Sinemalara bakıyorum da şöyle adam akıllı izlenecek bir şey yok gibi. Böyle zamanlarda yapılacak en güzel şey 2000’lere dönmek, sinema dünyasının en parlak dönemleri ve tekrar tekrar izleyeceğiniz filmler bu dönemlerde yapıldı. Özellikle fantastik film sevenler için maden gibi bir dönem.
Fantastik filmlerin atası hiç kuşkusuz daha iyisi yapılana kadar bana göre Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter’dır. 2001 yılında vizyona girmeleriyle sektörü yerle bir ettiler. Yaratıcılığın en üst noktasındaki bu yapıtlar bu projelerin ekmeğini halen yiyor. Bu yapıtlar sektörde çığır açtı. İlk yapan her zaman kazanır, fazlasıyla kazandılar da.
Bu filmler ‘seri’ akımı da oluşturdu. Tutan, beğenilen yapıtlar hemen seriye bağlandı. Burada olan izleyiciye oldu. Yıllarca serinin devam filmlerini bekleyip durduk. Bu yapıtlardan biri de bence Underworld (Karanlıklar Ülkesi) serisi oldu. İlki 2003 yılında vizyona giren serinin son yani beşinci filmi 2016 yılında yayınlandı. Ömür bitti seri bitmedi. Kızıyoruz ama altıncısı çıksa soluğu sinemada alacağımıza eminim. Bu seri öyle içimize işledi.
İzleyecek film bulamayınca oturup baştan sona bir güzel izledim, filmleri yıllandırıp yıllandırıp izleyenlerdenim. Underworld gerçekten orjinal kült yapımlardan biri, yıllar sonra bile ilk günkü keyfi veriyor.
“Underworld” serisi, vampirler ve kurt adamlar (Lycan’lar) arasındaki ezeli savaşı anlatan, gotik atmosferi ve aksiyon sahneleriyle dikkat çeken bir film serisi. Adına yakışır karanlık tonları ve mistik atmosferi ile kendine özgü bir tarz yakaladı. 5 filmde de bu tarzı korudu. Filmlerin en can alıcı noktaları da aksiyon ve dövüş koreografileri oldu.
İki türün kıyasıya mücadelesini izlerken kurgunun güzelliği ortaya çıkıyor. Baştan sona bütün bir hikaye ama zaman sıralamasına göre çekilmemiş. Bölümler birbirini takip etmiyor, bu da başlı başına izleyeni ekrana sabitliyor. “Kim kimdi” derken bulmaca çözercesine taşları yerine oturtmaya çalışıyorsunuz. Kafanıza takılan her bir gizem başka bir bölümde aydınlanıyor. O anlamda biraz karışık gelebilir. Bu nedenle hikaye kurgusunu çok karışık ve klişe bulanlar oldu ve seri oldukça eleştirildi. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin kimse inkar edemez; vampir ve kurtadam mitolojisine modern ve değişik bir bakış açısı kazandırdı. Bu anlamda vampir ve kurt adam filmlerinin atası ve ilham kaynağı da diyebilirim. Sonrasında sektör vampir ve kurt adam hikayelerinin eline düştü.
Baştan sona seriye damgasını vurmuş ana karakteri Selene’i (Kate Beckinsale) 5 filmde de aynı kostümü giyse de izlemeye doyamadık. O da bir ikon artık. Kate birçok projede yer aldı ama İngiliz oyuncunun yıldızını parlatan ve başarıya kavuşturan Underworld oldu. Belki de koca torpili diyebiliriz. Film yönetmeni Len Wiseman’la serinin ilk filminde tanışıp uzun bir evlilikleri oldu. Bu yakınlık ve destek, oyuncunun içindeki potansiyeli çıkarmış olabilir. Çünkü kim ne derse desin Kate kesinlikle aksiyon oyuncusu ve aşırı soğuk ve havalı bir tip. Boşandıkları için mi 6. bölüm gelmedi bilinmez ama bu seri böyle bitmemeli, bir son çekilmeli.