Kendi hayatımızı anlamlandırmak için bazen evrendeki detaylara bakmak yeterlidir. Göz kamaştırıcı yıldızlar arasında kaybolurken aslında en büyük keşiflerimizin en yakınımızda olduğunu unutabiliriz. Kendi varlığımızı sorgulamak için bir saç telinin yeterli olabileceğini kim bilebilirdi?

Kendimi bildim bile saçlarımda beyaz teller var. Yaşamın, zamanın hükmü altında ne çabuk geçtiğini anlamak için fazlasıyla somut bir işaretti bu. Gözlerim o kırılgan, beyaz ipi takip etti, saçımdan koparıp alıp atmaktan ziyade onunla yaşadığım yıllar arasında bir hikaye anlatılıyordu sanki. Ve o hikaye, yaşamın değerini sorgulamama sebep oldu.

‘Ne kadar yaşıyoruz' diye sordum kendi kendime. Yaşamın anlamı ne? Düşündüm, bu mavi gezegenin üzerinde ne kadar kısa bir süre misafiriz. İnsanlık, sonsuz evrenin sadece bir noktasında, o da mavi soluk bir noktada, adeta bir toz zerresi gibi yaşıyor. Ama bu küçük mavi nokta, bizim evrenimiz. Kendi içinde sonsuz sırlar barındıran, her biri anıyla dolu, anlamla dolu bir evren.

Hayatı ciddiye almak lazım sanırım. Çünkü belki de bizim evrenimiz, bizim kendi hayatlarımız. O beyaz saç teli, zamanın geçtiğini değil, yaşadığımız anların değerini de hatırlattı bana. Her bir an, bizim evrenimizin bir parçası, bizim varoluşumuzun bir parçası. Ve bu varoluşun değerini kavramak, belki de yaşamın anlamını bulmamızın anahtarıdır.

Yaşam; deneyimlerin, duyguların, bağların ve anıların toplamı. İnsanlık olarak belki de yaşamı daha ciddiye almalı ve detaylara daha fazla önem vermeliyiz. Bu fark edilmeyen detaylar, yaşamın gerçek değerini hatırlatır bize.

Belki de asıl önemli olan, bu kısa süreliğine sahip olduğumuz yaşamı, en iyi şekilde değerlendirmek ve anlamlı kılmaktır. Kendi evrenimizi, kendi hikayemizi yaratırken bir dinginlik ve anlayışla yaşamalıyız. Çünkü her birimiz, bu sonsuz evrende, kendi benzersiz ışığımızı yansıtan yıldızlardan biriyiz.

Nazım Hikmet’in bir bildiği vardı…

Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin