Sürekli bir şeyler için koşuyoruz farkında mısınız?

Hayatlarımız boyunca bir yerlere kaçmak, uzaklaşmak arzusu peşinde koşarız. Gözlerimizi ufka diker, daha iyi, daha mutlu, daha huzurlu olduğuna inandığımız bir diyara ulaşmayı hayal ederiz. Ancak ne zaman ki vardığımız o yerin, aslında kaçtığımız yerle özde aynı olduğunu fark ederiz, işte o zaman hakikatin soğuk nefesi yüzümüze çarpar. Anlarız ki problem, bulunduğumuz yer değil; zihnimizin sınırlayıcı duvarlarıdır.

İnsan ruhu, bazen bir kuş gibi özgürlüğe kanat çırpmak ister. Hayatın karmaşası, sorumlulukların ağırlığı ve günlük monotonluklar, çoğu kez bir kaçış arzusunu tetikler. Bir sahil kasabasına, dağların doruklarına ya da belki de hiç bilinmeyen bir diyara kaçmak...

Bir hapishane, her zaman dört duvar arasında sıkışıp kalmak değildir. Bazen hapishane, insanın kendi zihin yapısında ve düşünce kalıplarında saklı olabilir. Günlük yaşamın streslerinden, ilişkilerdeki çatışmalardan ya da kişisel başarısızlıklardan kaçmak için fiziksel bir yer değiştirme çabası, genellikle huzursuzluğun bir yansıması. İşte bu noktada, kaçmak istediğimiz yerin, aslında kaçtığımız yerle aynı olduğunu görmek, bu paradoksun başlangıcıdır.

Bu paradoksu fark etme anı, kişiyi kendi hapishanesini tanımaya ve kabullenmeye zorlar. Hapishanemizin anahtarları, düşünce kalıplarımızda, duygusal tepkilerimizde ve dünya görüşümüzde saklı. Ve gerçek özgürlük, hapishanenin duvarlarını yıkmakla başlar. Bu duvarlar, korkularımız, önyargılarımız ve kendimize dair olumsuz inançlarımızla örülüdür. Kendi zindanımızın farkına vardığımızda, onu dönüştürme gücünü de elde ederiz. Bu dönüşüm, bir devrim niteliğindedir. Dış dünyadaki herhangi bir değişiklikten çok daha kalıcı ve derindir.

Bir manastırın dinginliğinde ya da bir metropolün kalabalığında yaşamak, aradığımız şey her ne ise (ben buna basit bir şekilde huzur diyeceğim) bulmak için yeterli değil. Huzur, bulunduğumuz yerden bağımsız olarak, zihnimizin belki de kalbimizin derinliklerinde gizlidir. Bu barışı bulmak için, önce kendi hapishanemizi tanımamız ve onunla yüzleşmemiz gerekir. Çünkü her nereye gidersek gidelim, kendimizi de beraberimizde götürürüz. Kendimizi çözmeden hiçbir kaçış tam anlamıyla bir kurtuluş olamaz.

Sanırım kaçmak yerine, bulunduğumuz yerde kök salmak, aradığımız her ne ise içimizde inşa etmek gerek.