Dergilerin son sayfalarındaki bulmacaları sever misiniz? Küçükken, duvarları kitaplar, masaları kağıtlarla dolu bir oda hayal ederdim. İçerisi ahşap kokardı sanki, sessiz olurdu bir de. Odada birbirine yakın masalarda oturan 2-3 kişi harıl harıl çengel bulmaca ve 7 farkı bulun resimleri yetiştirmeye çalışırlardı. Pencereleri güneşe bakmazdı ama öğleden sonra bir ışık hüzmesi girerdi camdan. Öyle farkedilirdi havada uçuşan minik toz taneleri. Mesaileri bittiğinde çaylarının son yudumunu alır, gözlüklerini çıkarır, yine çok da gürültü yapmadan çıkarlardı ofisten. Böyle miydi gerçekten bir fikrim yok, çünkü henüz bir bulmaca atölyesi görmedim sadece çok yıllar önce böyle masallaştırmıştım içimde.  Biraz vaktim vardı, telefonlar uçuş modu, bilgisayarlar kapalı olup, kitabın da kalan son birkaç sayfası bitince, derginin çengel bulmacasını incelemeye başladım. Önce karelerini saymak istedim. Kaç satır kaç sütundu acaba? Daha önce hiç merak etmemiştim. Birkaç saniye içinde de sıkılıp saymayı bırakacaktım zaten. Çünkü bu kez sayfadaki farklı kalemler ve farklı el yazılarına kaydı dikkatim.  Birinin başladığını, bir başkası tamamlamıştı. Birbirini hiç tanımayan insanlar farklı zamanlarda bir bulmaca bitirmişlerdi. Lacivert tükenmez kalemle, o kutulara ait olmadığı halde sıkıştırılarak yazılmış bir kelimeyi, siyah tükenmez kalem üstünden geçerek düzeltmişti.  'İkamet' le 'ilan' bir harfi paylaşarak yer bulmuştu kutuların arasında kendilerine. 'Çatalzeytin' elimdeki bulmaca cumhuriyetinin hakimi gibiydi. 11 askeriyle en geniş alana yayılmış, kendinden de 10 yeni kelime üretmişti. Her 10 kelimenin de 'kaç adet' diye kendi ailelerine baksam, 'çatal zeytin' in haklı heybetini kanıtlardım herhalde.  Yalnızlar vardı hep köşelerde. Bir şeyleri temsil etmişler, bir kelimenin başı ya da sonu olmuşlar ama her şeye sırtlarını dönüp, küsmüşlerdi sanki. Ne birbirlerinin farkındaydılar ne de kendini tamamlayan diğer harflerin. 'canevi' nin 'c' si, 'az' ın 'z' si 'Sima' nın 's' si hep yalnızdı. Oysa onların da kesişse yolları, birlikte yeni şeyler üretebilir ortak noktaları vardı.  Sonra kısa, net, teferruatsız olanlar vardı 'tam' 'ne' 'ad' 'aka'... Bence onlar da en hızlı mutlu edenlerdendi. Saniyesinde akla gelen, keyif yaratan, kareleri dolu dolu gösteren, uzun kelimeleri bulmak için de anahtar olan. "Bu bulmaca da amma zormuş." derken, bir anda görmemizi ve ilerlememizi sağlayan. Düşündürenler vardı... Kalbimize sıcaklık, kulağımıza bir ses olmuş, güzel anları hatırlatan. 'Ney' i bulup da yerleştirirken kutulara, kulağımıza gelen o derin sesin de; 'kahve' yazarken düşündüğümüz dostlarımızın da 'ela' kelimesinin sevgiliyi hatırlatması da ondandı.  Boş kutular vardı bir de, devamı gelmeyen, unutulan, hatırlanmayan, zorlanıldığı için ikinci kez okunmayan, vakit kaybettirir diye görmezden gelinen... Lacivert kalemin, hatalı olursa, tüm bulmaca bozulur diye hiç doldurmadığı, siyahın ise yazar gibi yapıp vazgeçtiği, mürekkep izli.  Seyahat içinde seyahat yaptıran dergiyi kapatıp yerine koyarken, bugün uydurduğum bu oyunu tekrar oynamak istediğimi farkettim. Başka neler vardı acaba karelerinde hayattan, bizleri tamamlayan başkalarından... Gitmekten korktuğumuz yerlerden, bize iyi gelenlerden, en yakınımızdan, en güçlümüzden, yüzünü gördüğümüzde yüzlerce anımızı hatırlatanlardan, ne kadar ulaşmak istesek de sırtını dönmüş hayata küsmüşlerden ya da en zor zamanlarda bizi ileri doğru ittirenlerden. Yanlış yaparsın diye bizi durduran iç sesimizden. Korkusuz anlarımızdan, heyecanlı saatlerden. Dostlardan, ailemizden, gerilere atıp da bir kelimeyle hatırladıklarımızdan, başka neler vardı acaba?