Yıl bilmem kaç geldik dünyaya, aradan geçen onlarca yıl binlerce insan.
Kadınlar, erkekler, çocuklar…
Hepsinin kendine has davranışları yaşam biçimleri vardı.
Allah’ın yarattığı hiçbir insanı yadırgamadım, küçümsemedim.
Kimse için de hayatımı değiştirmedim
Neysem oyum.
Neler gördük neler geçirdik bu iki haneli rakamın içinde 30 yılı geride bıraktık bu meslekte.
Kimileri “deli”, kimileri “sinirli” kimileri “serseri” dedi.
Kendini yakın hisseden öğütler verdi “ Şu huyundan vazgeçsen şeker gibi adamsın” dediler.
Hayatını hep tatlı yiyerek geçiremezsin.
Değişik lezzetler hayata renk katar keyif verir.
Sevmedim yumurta kolisini karşı apartmanın balkonuna nişan alıp komşunun evini sarıya boyayan çocukla, Babasının cenazesinde gözyaşı döken adam aynı.
Hiç değişmedi.
Değişmez de
“Hayatta kimseyi değiştiremezsin ve kimse için değişmemelisin. Ne sen başkası için mecburi istikametsin; ne de başkası senin için. Yorma kendini; bırak hayatına eşlik etmek isteyenler seninle gelsin.”
Derken, Bukowski, bu adamın hastasıyım ayrıca ne güzel söylemiş.
Vücudunun altı ile üstü ayrı oynayan adam mı sizce makuldür yoksa hep aynı çizgide kalan doğruları söyleyen ve söylediklerini yapan mı?
Bir simit aldık paylaştık.
Cebimizde 100 lira varsa bölüştük. Kazık ta yedik ama hiç kazık atmadık.
Sevdik sevildiğimizi anladığımız zaman.
Sevilmediğimiz de ise vardır bir bildiği dedik ve geçtik.
Vardır bir bildiğimiz elbet.