Yasalar karşısında herkes eşittir, kimsenin ayrıcalığı yoktur. İhmal, kusur, kasıt gizlenemez, üstü örtülemez, en ufak ayrıntısına kadar ortaya çıkarılmalıdır. Olması gereken budur ve hukuk mücadelesi veren herkes bunu ister. Buna kimsenin itirazı yok. Tam aksine, bunun dışında uygulamalara, kollamalara, karartmalara itiraz ettik. Soma’nın, Amasra’nın, Ermenek’in, İliç’in hesabının sorulmamasına, Çorlu tren faciasındaki cezasızlığa isyan etti insanlar. En tepedeki sorumlular, failler yargı karşısına çıkmadı. İliç’te 9 işçi canlı canlı ölüme terk edildi. Hala toprağın altında duruyorlar. Fakat o altın madenine onay veren dönemin bakanı Murat Kurum İstanbul Büyükşehir’e aday gösterildi. Ceza değil, tam tersine, ödül. Mevcut iktidarın bu uygulamaları, hukuku, adaleti hiçe sayan tavrı ülkeyi bezdirdi.

Göstere göstere alınan intikam

Antalya’daki teleferik kazasında ise suret-i haktan görünmeye çalışarak, başka bir operasyonu yürütüyorlar. Kamuoyunda oluşan cezasızlık, faillerin korunması algısını tersine kullanıyorlar. Geriye dönük her olayın kapağını açmak, her ihmalden, kusurdan, usulsüzlükten hesap sormak yerine, teleferik kazasında jet kararlar vererek kendi çıkarlarına yontuyorlar. Çünkü fail diye, sorumlu diye lanse ettikleri isim CHP’nin çiçeği burnunda Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz. AKP’nin 20 yıllık kalesine CHP bayrağı diken adam. Bir ayrıcalığı var mı? Elbette ki yok. Eğer gerçekten sorumluysa, hesabını vermelidir. Yani ilkesel olarak durum böyle… Fakat pratikte böyle değil. Kocagöz aleyhine önce sosyal medyada hedef gösteren paylaşımlar yapıldı. Trol ordusu devreye sokuldu. Benim dünkü yazım da bunu konu alıyordu. Yazıyı gazeteye gönderdikten sonra, gazete matbaaya gidince, geç saatlerde Kocagöz’ün tutuklandığını öğrendik. Yani 8 saatlik bir zaman dilimi içinde yaşandı her şey. Göstere göstere…

Sandıktan kalan kuyruk acısı

Bilgisine başvurulmak üzere savcılığa davet edilip, elinde kelepçeyle cezaevine gönderildi. Altını çizelim; “bilgisine başvurulmak üzere”. Mesut Kocagöz de gitti. Çağırdılar gitti yani. Kaçmadı, saklanmadı, gizlemedi, gizlenmedi. Eğer gerçekten sorumluysa, teleferik krizi sürerken niye apar topar sahadan çekildi ve eline kelepçe takılarak cezaevine postalandı. Belli ki tanrılar kurban istiyor. Antalya’yı tepeden tırnağa kaybeden, sadece iki küçük belediyeyi kazanan AKP, sandıkta yediği tokadın acısını adliye koridorlarında gidermek istiyor belli ki. Yargıyı kullanarak intikam alıyor. Bir belediye başkanını cezalandırmak, ona oy verenleri cezalandırmaktır. Hatta daha da ötesi, o beldeyi, o belediyeyi cezalandırmaktır bu. Kocagöz tutuksuz yargılanabilir, bileğinde kelepçe olmadan hesap verebilirdi. Bunu yapmadılar. Çünkü seçmene, halka, AKP’ye oy vermeyen herkese göstermeleri gereken bir fotoğraf var: Kelepçe… Soruşturmanın apar topar, jet hızıyla, son derece savruk bir şekilde yürütülmesinin gerekçesi de budur. 

Bu hukuksuzluk havada asılı kalır

İşin özü: Teleferik işi bitti. Bundan sonra binen de, inen de olmaz. Bir süre sonra da sökülür gider ya da havada yıllarca asılı durur, tarihi bir esere dönüşür. Peki bu hukuki gibi gösterilen hukuksuzluk? Yargı eliyle işletilen intikam? Adliye üzerinden halka, seçmene sallanan sopa? O da havada asılı durur. Sandıkta seçtiği belediye başkanı apar topar içeri atılan halk, bir sonraki seçimde bunun hesabını daha ağır sorar, daha sağlam bir tokat atar. Demokrasi hazım işidir. Hukuk da onun tacı, güvencesi, kimliğidir. Biri olmadan diğeri olmaz, eksik kalır. O yüzden ‘demokratik hukuk devleti’ diyoruz. Hazmetmeyi bilmiyorsan ringe çıkma. Ülkeye adalet dağıtmak, adilce hesap sormak için aldığın gücü, yetkiyi halka sopa sallamak, rakibine ceza kesmek için kullanma. Antalya’da şu an yaptığınız şey tam da böyledir. Bu siyasi karar, bu intikam algısı, bu rövanş kafası teleferik kazasının üstünü kapatıyor, karartıyor. Kendi çıkarı, hesabı, öfkesi için kullanıyor. Çarpıtıyor, yamultuyor, sirk aynalarına benzetiyor. Oysa biz gerçeği en çıplak haliyle, tümden ve tamamen öğrenmek istiyoruz. Sadece teleferik olayını değil, Soma’yı, Amasra’yı, Ermenek’i, İliç’i, Çorlu’yu… Ve daha nicelerini…