Fethiye acı bir topraktır. Havasını, suyunu, denizini, önünde uzanıp giden adalarını, dağların, tarihini severim. İddialıdır. Etkileyicidir. Fakat benim için bir mezar. Kız kardeşimin üzerine attığım birkaç kürek toprak. Onu sakladığım yer. O gün bu gündür gitmemiştim Fethiye’ye. Hafta sonu, Bademağacı’nın son belediye başkanı Bekir Akyol’un konuğu olduk. Bekir Akyol atadan, dededen Bademağacı çocuğu; emek itibarıyla da Fethiye insanıdır. 1981’de Endüstri Meslek Lisesi’nin kurucu müdürü olarak tayin edildiği Fethiye’de bir ömür geçirdi resmen. Bir ayağı orada, diğer ayağı da Bademağacı’nda. İki vatanlı, iki topraklı, iki zamanlı harika bir insan…

KAYA GİBİ AĞIR BİR HÜZÜN
Kayaköy’e gittik birlikte. Kız kardeşim götürmüştü beni yıllar önce. Sanki bir asır önce gibi… O kadar eski anılar, bu kadar taze acı. Birlikte bastığımız taşlara yeniden bastım. Islak sokakları dolandım. Ayak izlerini aradım, buldum, hissettim. Kayaköy bir hüzün yurdu. Her seferinde kocaman bir kaya oturur yüreğime. Devasa bir kasvet çöker. Yıkık evlerin, metruk sokakların geçmişini görmeye, cıvıl cıvıl halini canlandırmaya, yan bahçede çamaşır yıkayan Eleni’yi, şarabı fazla kaçıran Yorgo’yu, yüzyıllık bir gecenin içinde kaybolan yüzleri yakalamaya çalışır insan. Konuşmuyor ki Kayaköy. Kaya gibi ağır bir hüzün.

İŞTE YÜZYILLIK YALNIZLIK
Mübadele döneminde boşaltılan yerleşimlerden biri burası… Muhtemelen de en büyüklerinden biri. Yüzlerce ev, konak, iki büyük kilise, bir dolu şapel, her evin önünde sarnıç var. Hatta bir lisesi bile varmış o yıllarda. 1920 başlarına kadar eğitim veren bir lise. Binası halen duruyor. Çatısı dışında, sağlam… Pencereleri, çatıları, ahşap aksamı, demiri, kiremidi, camları yağmalanmış tabii sahipsiz kalınca. İskelet gidince de bütün binalar çökmeye başlamış. Bazıları sağlama yakın ayakta, büyük kısmı da epeyce çökmüş durumda. Neresinden bakarsan bak, hüzünlü bir hikaye. Yüz yıllık yalnızlık, sessizlik, sahipsizlik.

BİZ BU TOPRAĞIN ÇOCUKLARI
İkinci gün Tlos ve Pınara antik kentlerini dolaştık. Bu iki kent Fethiye’de değil, hemen yanı başındaki Seydikemer’de. Bir zamanlar Kemer diye bir belde vardı, Muğla büyükşehir olunca, Seydikemer adıyla ilçe yaptılar orayı. Fethiye Tlos’u ve onunla birlikte ünlü Bellerophontes Mezarı’nı da Seydikemer’e kaptırdı. Tabii Pınara’yı ve onun ünlü Güvercin Kayası’nı. Tipik Likya kentleri buralar. Bereketli Eşen ovasını çevreleyen tunç çağı, demir çağı kentleri… Sonrasında Helenistik rüzgar geçiyor üstlerinden. Roma yerleşiyor Eşen ovasına. Fakat buranın çocukları, kadınları, insanı, kendi kültürünü de bir şekilde sürdürüyor. Giderek dağılıyor, sessizleşiyor, bulanık hale geliyor ve susuyor Anadolu’nun kadim dilleri, kültürleri. Güvercin yuvası mezarlarla dolu dev kaya bu renkli geçmişin ve siyah-beyaz ölümlerin tanığı. Onların yerine biz konuşuyoruz şimdi. Bu toprağın çocuklarıydı. Bu toprağın çocuğuyuz.