Altın Portakal Film Festivali’ni müjdeleyen portakal tutan kadın heykelleri... Şehri adeta sanatla sarmalayan, sokakları festival havasına bürüyen bu heykeller her defasında beni büyülüyor. Bir şehre ruh katmak ve onu sanatla yoğurmak, böylesine etkileyici olabilir mi? Sokaklarında portakal tutan kadın heykelleriyle festivalin gelişini müjdelemek, adeta bir şehre can vermek gibi. Bu heykeller, her köşede birer sanat elçisi gibi durarak festivalin yaklaşmakta olduğunu fısıldıyor. Ancak bu figürler yalnızca bir festival habercisi değil, aynı zamanda Antalya'nın sanatla kucaklaşmasının simgesi. Şehir yaşamına derin bir katkı sağlayan bu heykeller, sanatın toplumsal etkisini ve şehrin sanata nasıl ev sahipliği yaptığını gözler önüne seriyor.
61'inci Altın Portakal Festivali’nin korteji de bu sanatsal ruhu tamamlayan bir başka büyüleyici unsurdu. Sanatçıların halkla buluştuğu, sanatın yaşamla iç içe geçtiği o büyülü anlar... Kortej, sadece bir geçit töreni değil, sanatın herkes için erişilebilir olduğu bir kutlama gibiydi. Kortejin içinden geçerken şehrin dört bir yanında sanatın izlerini görmek, toplumsal birliktelik ve sanatsal ifade açısından büyük bir heyecan kaynağıydı. Bu, şehri sanatsal bir festivalle canlandırmanın en güzel yollarından biriydi. Korteje katılan sanatçılar, halkla buluşarak kent sosyolojisi açısından da önemli bir etkileşim yarattı. Böylesi toplumsal buluşmalar, şehrin sanatla kurduğu bağı güçlendirirken kent sakinleriyle sanatçıları bir araya getiriyor ve sanatın toplumsal dokuda oynadığı rolü pekiştiriyor.
Bu yıl festivalde maalesef sadece beş film izleyebildim ancak izlediğim filmler bile bana büyük bir haz verdi. Prof. Dr. Emine Uçar İlbuğa’nın önerisiyle izlediğim Acı Kahve, Sevgili Katilim Berlin, Evcilik, Fidan ve Gülizar, her biri farklı dünyalara kapılar açtı. Keşke diğer filmleri de izleyebilseydim. Çünkü bu festivalde filmleri, onları yaratan ekiplerle birlikte izlemek, sanatın toplumsal bir olay olduğunu bir kez daha gösterdi. Film ekiplerinin mütevazılığı, sanatçıların ışığı, seyircilerin coşkusu... Her şey çok güzeldi. Filmler, sadece birer görsel şölen değil, aynı zamanda toplumun kendini ifade etme biçimi; sanatla toplumsal dinamiklerin buluştuğu bir sahneydi.
Sanatın Antalya’ya ne kadar yakıştığını görmek beni bir kez daha çok mutlu etti. Kentin sosyolojik dokusu içinde sanatın ne kadar güçlü bir yeri olduğunu hissettim. Sanat festivalleri, bir şehrin kültürel yaşamını zenginleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumsal bağları da güçlendiriyor. Antalya, Altın Portakal ile adeta bir sanat merkezine dönüşüyor; toplum, sanatla buluşarak kendi kimliğini ve sosyal yapısını yeniden keşfediyor.
Festivalin arkasındaki dev ekip, özellikle ulaşım, konaklama ve transfer hizmetleri, bu sürecin görünmeyen kahramanları. 2009 ve 2019’da festivalde çalışmış biri olarak, bu ekibin ne kadar büyük bir emek verdiğini çok iyi biliyorum. Bu nedenle özellikle festivalin kıdemli emekçisi Özlem Demir’in yıllardır gösterdiği çabalardan dolayı ona sonsuz teşekkür etmek istiyorum. Onun nezdinde döktükleri alın teri ve festivalin başarısındaki katkılarından ötürü tüm ekibi gönülden alkışlıyor ve kutluyorum. Yine mükemmel bir iş çıkardılar.
Altın Portakal, yalnızca bir festival değil; Antalya'nın toplumsal ve kültürel dokusunu besleyen, şehrin kimliğini güçlendiren bir olgu. Kent sosyolojisi açısından bu festival, şehrin kendini yeniden tanımladığı bir platformken, sanat sosyolojisi açısından sanatın halkla en güçlü şekilde buluştuğu sahnelerden biri. Bir şehir sanatla birleştiğinde, toplumsal dayanışma güçlenir, kültürel zenginlik katlanarak çoğalır.
Sanatın ışığı, her sonbahar Antalya’da bir kez daha parlıyor. Altın Portakal, bu şehrin kalbinde atan bir sanat festivali olarak, Antalya’ya eşsiz bir ruh katıyor. Her yıl ekim ayında, sanatın büyülü gücü, bu güzel şehrin sokaklarında yankılanmaya devam ediyor ve Antalya’yı yeniden canlandırıyor. Bu yüzden Altın Portakal denince akla “Sanatla yoğrulan şehir, kültürle büyüyen toplum” geliyor.