Zamanı durduran, anı ölümsüzleştiren fotoğraflar aynı zamanda bizleri zaman yolculuğuna da çıkarıyor.

Sadece bir kare, beyninizi harekete geçirip sizi her anlamda o ana götürmeye yetiyor, her şey bir anda gerçekleşiyor.

Bir fotoğrafın gücü, bir kağıt parçasında ya da dijital bir ekranda duran bir görüntüden çok daha fazlasıdır. Fotoğraflar, yalnızca bir anı dondurmakla kalmaz, aynı zamanda geçmişi, duyguları ve hikayeleri canlı bir şekilde gözler önüne serer.

Çocukken daha henüz cep telefonları hayatımızda yokken evlerimizde cilt cilt fotoğraf albümleri olurdu. Hatta bu albümler evlerin salonlarını süsleyen vitrinlerin en güzel yerinde muhafaza edilirdi. Bir misafir ya da bir akraba geldiğinde bu albümler açılır güle oynaya bu fotoğraflara bakılırdı. “Hey gidi günler heyy” denerek bu fotoğraf bakma etkinliği tamamlanırdı. Biz çocuklar da bunlardan etkilenerek okul hayatımız boyunca arkadaşlarımızın fotoğraflarını biriktirirdik. Vesikalık fotoğrafları değiş tokuş yapıp muhafaza ederdik.

Geçenlerde bir lise arkadaşım benim o dönemde çekildiğim bir fotoğrafımı sosyal medyadan özelden bana attı. Çok ilginç bir andı. 2000 yılından beri hiç görüşmediğim, hiçbir etkileşimde bulunmadığım, sadece sosyal medyada takipleştiğim bir arkadaşımdan pat diye gelen bir fotoğraf... Bu arada bu fotoğraftan bende yok. Hani o dönemlerde durduk yere kimse fotoğraf çektirmezdi. Hani bir şeye lazım olacak ki gidip fotoğrafçıda çektireceksin. Kalan fotoğraflar da arkadaşlara eşe dosta dağıtılıyordu.

Fotoğrafı açtığım anda bende zaman yolculuğu başladı. Başka bir zamanda yaşamış kendimle bakışmak tuhaftı; bir o kadar tanıdık, bir o kadar yabancı geldi. Biraz daha incelediğimde fotoğrafı çektirdiğim güne geri döndüm. İnsan beyni bu anlamda gerçekten korkunç. Onca anıyı biriktirip depoluyor ve sadece görsel bir uyarıcıyla o ana seni geri döndürüyor. Kış günü çünkü üzerimdeki kazak kaşındırdığı için sadece çok soğuk havalarda giyerdim. Soğuk bir Ankara günü, şort tişört otururken o soğuğu hatırlayıp ürperdim. Yüzümdeki ifadeden akşam ayazını yemişim belli artı son dakika fotoğrafçıya yetiştiğim için de yüzümde hafiften bir gülümseme olsa da bakışlarımdaki gerginliği görebiliyorum. Fotoğrafı çektirdikten sonra sokağa adımımı atar atmaz burnuma dolan mis gibi kestane kokusunu hatırlıyorum. Otobüs durağına doğru yürürken koku beni biraz sersemlettiği için gevşemiş olacağım ki buzun üzerinde kayıp düşmüştüm. Acıyla gelen bir rahatlama hissi; günün bütün koşuşturmasından sonra bineceğim otobüsü de kaçırmamla birlikte soluğu kestanecide alıp üfleye üfleye kestane yerken bir sonraki otobüsü keyifle bekleyişim… Canımız bir de kestane çekti şimdi. Koku hafızası da işin içine girince bu gece bitmez. Zaman yolculuğumuz derinleşiyor. Beyin bir dur artık, başladı bir kere durmak yok. Zaman yolculuğumu biraz daha genişletip o dönem ve diğer arkadaşlarım geliyor aklıma, hani sadece bir fotoğraf karesiyle o onu çağrıştırdı, bu bunu derken film şeridi gibi lise hayatımı hatırladım. Eminim Rena da bu fotoğrafı bana göndermeden önce o da benimkine benzer bir yolculuğa çıkmıştır. O da birlikte geçirdiğimiz yılları gülümseyerek hatırlamıştır. Hatıralar bütün bir akşam, üzerime akın etti. Geceyi “Hey gidi günler hey” diye tamamladım.

Beyin de böyle çalışıyor işte. Bizim istediğimiz yönde ve zamanda değil çünkü bazı olaylar silinmiş gibi geliyor, hatırlayamıyoruz ama tetikleyiciler sayesinde o ana dönmek ve tekrar o anı bütün duygularıyla yaşamak mümkün. O yüzden fotoğraflarımız geçmişe açılan kapılarımız gibiler, her bir kare bir anın anahtarını elinde tutuyor.