Geçenlerde çok etkileyici bir hikâye duydum...
Bir çocuk, sahilde neşe içinde oyun oynarken bir dalga gelir ve ayakkabısını alıp götürür. Küçük yüreği kırık, kumlara şu cümleyi yazar: "Bu deniz hırsızdır". Biraz ilerde bir balıkçı, ağını denize bırakır ve büyük bir balık sürüsü yakalar. Minnettarlıkla kumlara şu cümleyi yazar: "Bu deniz cömerttir". Başka bir gün, genç bir adam denizde boğulur. Kalbi acıyla dolan annesi, gözyaşları içinde kumlara şu cümleyi yazar: "Bu deniz katildir". Yaşlı bir balıkçı ise bir sabah denize açılır ve ağlarından birinde büyük bir inci bulur. Gözleri hayranlıkla parlar, kumlara şu cümleyi yazar: "Bu deniz zengin bir gönle sahiptir". Sonra beklenmedik bir anda, güçlü bir dalga gelir ve sahildeki tüm yazıları siler. Deniz sanki derin bir bilgelikle fısıldar: "Eğer deniz olmak istiyorsan, başkalarının senin hakkında söylediklerine fazla aldırmayacaksın".
Deniz, aslında insanın dünyayı nasıl gördüğünün bir aynasıdır. Aynı deniz, birine cömertlik sunarken diğerine kaybın acısını yaşatır. Ancak dalganın sildiği o yazılar, bize hayatın bir gerçeğini hatırlatır: Başkalarının yargıları, bizim kim olduğumuzu tanımlayamaz. Tıpkı deniz gibi kendi derinliğimizi ve gücümüzü başkalarının sözcüklerine bakarak ölçemeyiz. Önemli olan, dalgaların altında saklı olan kendi hakikatimize sadık kalmaktır.
Deniz bize bir başka gerçeği daha gösterir: Her birimizin yaşadıkları ve hissettikleri, aynı hayatı nasıl farklı algıladığımızı ortaya koyar. Her şey bir bakış açısı meselesi; deniz değişmez ama biz ona nasıl baktığımızı değiştirebiliriz. İnsan da böyledir; yaşananların, kaybedilenlerin ve bulunanların içinde, ruhunun derinliklerinde kim olduğunu bulur.
Denizin bilgeliği, yalnızca kendi sessizliğinde saklı değildir; aynı zamanda onu gözlemleyenlerin sessizliğinde de gizlidir. İnsan, yaşadığı acı ve sevinçlerin derinliğinde, kendi iç dünyasını şekillendirir. Çocuğun kaybolan ayakkabısında, balıkçının dolup taşan ağlarında, annenin gözyaşlarında ve yaşlı adamın elindeki incide hepimizin hikâyesi yatmaktadır. Her birimiz, aynı sahilde farklı izler bırakıyoruz ama dalgalar gelir ve hepsini yeniden başlatır.
Belki de deniz bize şu mesajı veriyor: Hayatın dalgaları ne getirirse getirsin, asıl önemli olan, o dalgaların altında nasıl bir derinlik taşıdığımızdır. Kayıplarımızda, kazançlarımızda ve belki de tüm bunların ötesinde, kim olduğumuzu bulmak, denizin yüzeyinde yazılı değil, derinlerinde saklıdır. Yaşamın her anında, kendi denizimize dönüp onun derinliğinde kendimizi yeniden keşfetmekteyiz.
Deniz değişmeyebilir... Ama biz ona nasıl baktığımızı ve ondan ne öğrendiğimizi değiştirebiliriz. Hayatın dalgaları bizi savururken biz de kendi içsel denizimizin dalgalarıyla mücadele ederiz. Ve belki de en derin bilgelik, bu denizle uyum içinde yaşamayı öğrenmektir; kimin ne söylediğine bakmaksızın, kendi derinliğimizde saklı olan hakikati bulmaktır.
Hayatın dalgaları bizi savurup götürse de asıl mesele bu dalgalara rağmen kendi rotamızı bulabilmektir. Kendimize ve yolculuğumuza inanırsak en karanlık derinliklerde bile ışığımızı bulabiliriz.