Dubai çikolatası, kültürel pazarlamanın ve tüketim çılgınlığının günümüzde aldığı yeni boyutları ortaya koyuyor. Öncelikle Dubai’ye özgü olmayan bir ürünün "Dubai" adıyla sunulması, tüketicinin ilgisini çekmek için egzotik bir imaj yaratma amacını taşıyor. Birçok tüketim ürününde, özellikle de çikolata gibi lüks ve zevk ürünü kategorisinde, coğrafi çağrışımlar kullanılarak ürün değerinin artırılması, tüketiciye farklı bir deneyim vaadi sunuyor. Burada, pazarlama stratejisi olarak kullanılan "Dubai" ismi, egzotik ve lüks yaşam algısını temsil ediyor.

Bu örnek, tüketim ve simgeler üzerine çalışan Jean Baudrillard’ın “simülakr ve simülasyon” kavramını akla getiriyor. Dubai çikolatası gerçek bir Dubai ürünü olmasa da bir "simülasyon" olarak sunuluyor; yani, gerçekte olmayan bir anlam veya değer tüketiciye sunuluyor. "Dubai çikolatası" olarak etiketlenen bu ürünler, Dubai’nin zengin ve göz kamaştırıcı imajını sembolize eden bir simülakra dönüşüyor. Böylece insanlar, ürünü satın alarak bir parça Dubai “yaşantısına” sahip olma illüzyonuna kapılıyorlar. Bu da Baudrillard’ın “gerçeklikten kopuk anlamların tüketim yoluyla yeniden üretilmesi” fikriyle paralel bir durum yaratıyor.

Bu çikolatanın belirli bir kültüre veya coğrafyaya ait olmamasına rağmen Dubai ile ilişkilendirilmesi, tüketicilerin egzotik ve lüks imgeler peşinde koşmasını körüklüyor. Tüketicilerin, sırf popüler bir akıma uyma arzusuyla kendi tercihlerini sorgulamaksızın bu tür ürünleri satın alması, tüketim toplumunda bireysel kimliklerin nasıl inşa edildiğini gösteriyor. Bu durum, Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramıyla da bağlantılı. Bourdieu, bireylerin sosyal konumlarının alışkanlıklarını şekillendirdiğini ve bu alışkanlıkların onların sosyal kimliklerini inşa ettiğini savunur. "Dubai çikolatası" gibi ürünler, bazı kişiler için sosyal statü göstergesi olarak algılanırken bazı tüketiciler de bu tür eğilimlere karşı mesafeli durarak kendi farklılıklarını ortaya koyabilirler.

Bu bağlamda sözde "Dubai çikolatası" gibi ürünlerin tüketim pratiklerinde popülerleşmesi, tüketim toplumunun kimlik ve aidiyet kurma süreçlerine dair çok şey anlatıyor. Tüketici, yalnızca bir ürünü tüketmiyor; aynı zamanda ona yüklenen sembolik anlamları ve ait olduğu grubu da tüketiyor. Bu tür ürünler üzerinden kurulan kimlikler, sosyokültürel bağlamda bir "görünme" arzusuna hizmet ediyor ve böylelikle tüketim, fiziksel ihtiyaçların ötesinde, toplumsal aidiyetin veya farklılaşmanın bir yolu haline geliyor.

Sosyolojik perspektiften bakıldığında, burada bir tüketim çılgınlığı da gözlemlenebilir. Bu ürünün mum gibi çeşitli tüketim nesnelerine dönüştürülmesi, tüketimin sadece fiziksel ihtiyacı karşılamaktan öte, sembolik anlamlar kazanarak yaşam tarzı unsurlarına dönüşmesini yansıtıyor. Örneğin, bir "Dubai çikolatası mumu"nun yapılması, bu kültürel simülakrın genişleyip nesneleştiği bir aşamaya işaret ediyor. Tüketici, “Dubai çikolatası”nı sadece tatmakla kalmıyor; aynı zamanda onu dekoratif ve statü göstergesi bir nesneye dönüştürerek tüketim sürecini farklı boyutlarda devam ettiriyor.
“Dubai çikolatası” ve benzeri simülakrlara dayanan ürünlerin pazarda hızla yayılması, modern tüketim toplumunun gerçeklikle bağlarını nasıl kopardığını gözler önüne seriyor. Bu tür ürünler, tüketicinin bilinçli seçimlerinden çok, sembollerle süslenmiş bir hayali yaşamın parçası olma arzusunu besliyor. Tüketici, farkında olmadan yalnızca bir ürün değil, o ürünle pazarlanan fanteziyi de satın alıyor. Bu, kapitalizmin tüketiciyi nesneye yabancılaştırarak bir “görünme” ve “olma” ihtiyacına hapsettiği bir döngüyü güçlendiriyor. Dubai çikolatası gibi kurgusal ürünler ise bu döngünün en açık göstergelerinden biri: var olmayan bir gerçekliğin cazibesine kapılmak, tüketim dünyasının bize sunduğu en yeni illüzyon.