Arap Baharı öncesi Türk dış politikası, özellikle Ortadoğu bağlamında, negatif liberal bir mantığa sahipti. Bu dönemde Türkiye'nin ana amacı değerler ve çıkarları arasında optimum dengeyi yakalayıp liberal değer ve prensipler üzerinde bölgesel bir düzen kurulmasına yardımcı olmak ve böylece kendi ulusal çıkarlarını daha kolay gerçekleştirebilmekti.

Buna mukabil Arap Baharıyla birlikte Türkiye'nin Ortadoğu'ya yaklaşımının daha pozitif liberal bir karaktere büründüğü iddia edilebilir. Bu bağlamda Türkiye güneyindeki komşularının iç yönetimlerinin nasıl olması gerektiğiyle daha çok ilgilenmeye ve kendi liberal demokratik dönüşümünü ortaya çıkmakta olan bölgesel düzen tartışmalarında bir rol modeli olarak kullanmaya başladı.

Arap Baharının ilk yıllarında Türk liderler Türkiye'nin Ortadoğu'nun liberal demokratik değerler çizgisinde dönüşmesi için aktif rol oynaması gerektiği fikrini benimsedi. Bölge ülkelerinin içeride nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda Türkiye'nin daha eleştirel ve talepkar bir tutum izlediğini gördük. Türkiye'nin Suriye'de muhalefet güçlerini baskıcı Esat rejimine karşı destekleyerek taraf olması kayda değerdir. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir komşusunda rejim değişikliğini tüm kalbiyle desteklemeye başladı. Türkiye'yi yönetenlerin inandıkları değerlerin Türkiye'nin ulusal tercihlerinin oluşumunda ve uygulamasında çok fazla etkili olmaya başladığını görmeye başladık. Türkiye'nin değerlerini paylaşmayan rejimlerle tamamen faydacı ilişkiler kurması zorlaşmaya başladı.

Arap Baharı esnasında değerlerin yüceltilmesi Türk dış politikasının ana meselesi oldu. Her geçen gün daha fazla görünür hale gelen pozitif liberal dış politika yaklaşımı hem sonuç hem de uygunluk mantığı çerçevesinde açıklanabilir. Türkiye'nin iç barış ve istikrarı dış gelişmelere daha bağımlı hale geldikçe Türkiye'nin ulusal güvenliğinin can alıcı soruları Türkiye'nin komşularının nasıl yönetildiği ve Arap Baharı sürecinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki bölgesel düzenin ne şekilde evrileceği oldu. Ortadoğu'da bölgesel güvenlik atmosferinin Türkiye lehine değişmesi Türkiye'nin kendi liberal demokratik dönüşümünü sürdürebilmesini kolaylaştıracağı gibi bölgede liberal demokratik değerlerin ivme kazanması Türkiye'nin güvenliğini sağlamada kolaylaştırıcı bir rol de oynayacaktı. Bu düşünme şekli 'sonuç mantığı' yaklaşımıyla oldukça uyumludur.

Diğer taraftan söz konusu pozitif liberal dönüşüm 'uygunluk mantığı'yla da açıklanabilir. Türkiye'nin iç dönüşüm sürecinin merkezinde olan değerler ve normlar Türkiye'nin dış politika çıkarlarını tanımlamış ve Türkiye Ortadoğu'ya bakarken kendi yaşadığı dönüşümünün bölgeye yayılmasını hedeflemiş olabilir. İçerideki dönüşümle doğru orantılı ve uyumlu bir dış politika son kertede dış politika karar alıcılarının iç politikada daha fazla meşruiyet devşirme çabalarıyla uyumludur. Karar alıcıların pozitif liberal dış politika söylemlerini hayata geçirmelerinin asıl sebebinin liberal demokratik değerlerin meşruluğuna inanmaları mı yoksa stratejik hesaplarla daha fazla maddi çıkar sağlamak mı olduğunu teşhis temek pek kolay olmasa da, Arap Baharı bağlamında Türkiye'nin Ortadoğu politikaları yukarıda bahsedilen iki farklı mantık çerçevesinde açıklanabilir.

Arap Baharı öncesinde 'komşularla sıfır sorun' politikasıyla Arap Baharı ile gelişen Türkiye'nin yeni dış politikası arasındaki fark, ilkinde Türkiye'nin ekonomik zenginleşme, demokratik konsolidasyon ve bölgesel bütünleşmeye odaklanmış olmasıdır. İlki daha statüko yönelimli ve evrimselken ikincisi daha devrimci ve vizyonerdir. İlki Türkiye'nin iç demokratikleşme ve modernleşme sürecinin kesintiye uğramaması için bölgesel istikrarın ortaya çıkmasını amaçlamıştı. Diğer ülkelerin yönetimlerinin nasıl olduğu sorusu Türkiye'nin onlarla faydacı ilişkiler geliştirmesini engellemedi. Mesela, Esad rejiminin anti-demokratik ve baskıcı karakteri Türkiye'nin Suriye ile yakınlaşmasını zorlaştırmadı. Benzer bir durum Türkiye'nin Libya ve İran ile olan ilişkilerinde de gözlemlenebilir.

Öte yandan Arap Baharı ile birlikte ortaya çıkan yeni durum, bu ülkelerin nasıl yönetildiklerinin Türkiye'nin iç güvenliğini derinden etkilemeye başladığını gösterdi. Böylelikle Türkiye'nin rejim farklılıklarını görmezden gelerek faydacı ilişkiler kurması zorlaştı. Suriye'den Türkiye'ye yaşanmakta olan insani göç dalgası Esad rejiminin karakteri ve davranışlarıyla yakından alakalı olduğundan, Türkiye Suriye iç savaşına müdahil olmuş ve kendi desteklediği unsurların iktidara gelmesi için çalışmıştır.

Yakından bakıldığında pozitif liberal yaklaşımın hem reelpolitik hem de moralpolitik motivasyonları içerdiği söylenebilir. İlk olarak, Arap Baharıyla birlikte Türkiye'nin içeride güvende hissetmesi Ortadoğu'daki bölgesel gelişmelere çok fazla bağlı olmaya başladı. Bu özellikle Türkiye'nin PKK önderliğindeki etnik Kürt ayrılıkçılığıyla mücadelesinde görülebilir. Arap Baharının Suriye'ye yayılması sonrasında Türkiye'nin Suriye'deki muhalif güçlerin tarafını tutmasıyla Türkiye-Suriye ilişkileri kötüleşti. Esad rejimi Türkiye'yi 'cezalandırırcasına' Türkiye sınırında yer alan Kürt nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı bölgeleri PKK ile bağlantılı PYD güçlerinin kontrol etmesine izin vererek bir 'oldu bitti' durumu yarattı. Ankara ve Şam'ın bozuşmasının ardından PKK saldırıları ciddi bir şekilde arttı. Halbuki Türkiye'den bakıldığında Suriye'de çoğulcu demokrasiye ne kadar çabuk geçilirse, bu Türkiye'nin üzerindeki ayrılıkçı Kürt baskısını azaltacaktı. Demokratik bir Suriye'de Kürtler kendilerini daha güvende hissedecekler ve Türkiye'nin topraksal bütünlüğünü daha az tehdit edeceklerdi. Güneyindeki rejimlerin liberal demokratik değerler çizgisinde dönüşümü dolaylı olarak Türkiye'nin iç güvenlik hissini pozitif olarak etkileyecekti.

İkinci olarak Arap Baharı Ortadoğu'da eski dinamikleri hızlı ve radikal bir şekilde değiştirirken, Türkiye için tarihin doğru tarafında yer almak hiç olmadığı kadar önemli olmaya başladı. Bölgede yeni bir düzen ortaya çıkarken Türk aktörler Türkiye'nin öncü bir role sahip olması gerektiğine inandılar. Suriye krizinin ilk yıllarında, diğer bölgesel ve küresel aktörler arasında Türkiye bu rolü oynayabilecek en ideal aktör olarak görüldü. Avrupa Birliği kurumsal ve finansal bir krizin ortasındayken, ABD stratejik ilgisini Asya-Pasifik bölgesine kaydırmaya ve Ortadoğu'daki bataklıktan bir an önce kurtulmaya yöneldi. Çin ve Rusya egemenlik ve Vesfalya normlarına sıkı sıkıya bağlı kalıp bölgedeki rejim karşıtlarının mesajlarını kavrayamazken, Mısır'da ortaya çıkan yeni rejim önceliğini iktidarını pekiştirmeye verdi. İran'sa bir taraftan Batıyla olan mücadelesinde Irak, Lübnan ve Yemen üzerinden Batıya zarar vermeye çalışırken, diğer taraftan Arap Baharının olası negatif etkilerinin kendine sıçramamasına gayret ediyordu. Üçüncü olarak, Türkiye'nin artan maddi güç imkanları Arap Baharının ilk yıllarında Türk liderleri Ortadoğu'da daha iddialı roller oynamak için cesaretlendirdi.