Belki de Konya'yı görmeden Anadolu'yu anlamak mümkün değildir.

Ne kadar uzun bir yolculuk geçirirseniz geçirin, eğer kapısına durup Hazretin, içeriden gelen sese kulak verdiyseniz, tüm yorgunluğunuzu unutacak huzura ereceksinizdir…

İşte bu yüzden severim Aralık ayını.

Kavuşmadır.
Önce kardeşlerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız. Sonra suskunlarımız.

En nihayetinde Dergah.

Hepsi yolumuz bekler, özlerler.

O dememişmi ki;

Pişter a pişter a can-ı men...

Beri gel daha beri

daha da beri

beri gel benim canım;

eySultanı'ımın dergahımın kapısının habercisi.

Bu çağrıya kulak vermek lazımdır....

* * *

Sultan Selim'de ezanlar okunurken kulağımıza okunmuş adımız.

Çelebiler kapısına bakarmış doğduğum ev.

Aşk kapısından kucakta soktuklarında üç-beş aylıkmışım.

Sonrası malum.

Tozu, toprağı, aşı.

Acı haktan geldiyse,

balda ondan.

'Biz acıyı bal eylemek için değil, acının tadını çıkarmak için yaşarız' felsefemiz olmuş.

* * *

Yıllarca çalıştığım gazetemdeki ofisin penceresi O'nun dergahına baktı.

Kubbenin rengi,

yazı/kışı, gecesi/gündüzü başka yeşil olurdu.

Bunu bir ben bilirdim.

Kaç gün doğdu onun üstünden,

kaç gün akşama kavuştu.

Kaç kişi saf tuttu önünde, kaç kişi secdeye durdu avlusunda.
Nice sevdiklerimizi Selimiye'nin avlusundan gönderdik ahirete.

Ve her defasında, dergahın dört kapısı felsefemiz oldu.

Aş kapısından girer ölüm kapısından çıkarsın.

Küstah kapısı, kapının önüne konulanlardır.

Allaha şükür o topraklarda kapılar yüzümüze hiç kapanmadı.

Ne zaman gitsek kapılar hep yüzümüze açıldı.

* * *

Neden her Aralık ayında dikkatleri Hz. Mevlana'ya çekerim bilir misiniz?

Bizim en çok o'nun felsefesine ihtiyacımız vardır da ondan.

Üç harftir aslında o.

Ne zaman, kimdir Mevlana dediklerinde, verdiğim cevap aynıdır; HİÇ!.

Kocaman bir HİÇ!...

Belki iç dünyamız ile bir hesaplaşma yapıp kendimize çeki veririz bu aylarda.

Dünyanın faniliğini, gelip geçiciliğini, maddi hayatın sonunun bir hiç olduğunu bir kez daha hatırlarız…Aralık/2016