Ses tonu, diyaloglardaki en etkileyici unsur olarak karşımıza çıkıyor. Sesin tonu hatta dokunuşu, kelimeleri bambaşka anlamlara götürebiliyor. Bazen insan, görmeden bile bir sese inanabiliyor. İşte ses bu kadar etkili ve etkileyici bir unsur olarak hayatımızda yer ediniyor.

Milo, bana göre minik, tatlı, afacan bir bebekti ve yaşı kaç olursa olsun bu benim için hep böyle kalmıştı. Bebeklik sesinin yumuşaklığı, dokunuşu, yüreğimde bıraktığı sıcaklığı ile birlikte görünüşünü tamamlıyordu. Fakat aylar geçiyor, Milo büyüyor ve doğal olarak sesi de oturmaya başlıyordu.

Milo’nun kendi sesini içten içe merak ederken hayalimde de canlandırmaya çalışıyordum. Benim afacan oğluma tatlı, nazik bir ses yakışır diyordum. Ve beklediğim gün gelmişti…

Milo, parkta oyun oynarken bir karga gördü. Kendinden farklı, siyah ve tehditkar bir canlı olarak gördüğü kargaya karşı kendini güçlü göstermek istedi. Kendini korumak ve ben güçlüyüm demek için sesini çıkarttı. Çıkarttığı ses tok, güçlü ve benim minik oğlumdan değil de yanımızdaki koca ağaçtan geliyor gibi yıllanmıştı.

Minik, sarı, yumuşacık tüylü, arkadaş canlısı bir golden ne kadar güçlü bir ses çıkartabilirdi ki? Ben de kendime bunu soruyordum. Milo’nun gerçek sesi ile tanışma anım işte bu şaşkın duygular arasında gerçekleşmişti.

Sonra sesinin tonları ile oynamayı öğrendi Milo, hepimizin öğrendiği gibi. Oyun oynarken hırslandığında, bana sinirlendiğinde, bir isteğini dile getirmeye çalıştığında… Her durum için farklı tonları ortaya çıktı. Kendi renklerini buldu bizler gibi ama bizlerden bir farkı vardı. Onun sesinin dokunuşu, hiçbir zaman can yakmadı.

Bizler bazen sinirle bazen de bilerek can yakıcı sözler sarf ederiz. Bu sözler ağzımızdan çıkarken karşımızdakine can acıtıcı bir şekilde ulaşır. Aynı sözler farklı tonda söylendiğinde aynı etkiyi bırakmazken o ton, bıçağın sivriliğini de belirler. İşte Milo ile bizim aramızdaki fark da burada ortaya çıkıyordu; Milo’nun o tonu yoktu. Yüreğinin saflığı, bu sert dokunuşu reddediyordu. Fakat dönüp kendimize baktığımızda bizim keskinliğimiz, gözümüzü alıyordu.

Sizlerin de canını acıtan bazı cümleler vardır; o cümleleri bir düşünün. Düşünün canınızı acıtan o dokunuşu. Düşünün ve söyleyin bana, sizin bıçağınız ne kadar sivriydi?