Sizlere ve kendime bir vedayı borç bildim. Biliyorum, biraz zaman geçti üstünden ama yarım kalmış her şey bir gün tamamlanmak üzere geri döner ve ben de son bir kez, geri döndüm siz değerli okuyucularıma.
‘Aysu ve Milo’ olarak sizlere anlattığım hikayelerimde, aslında hayatımda yaşadığım anları paylaştım. Kimileri bunu fark etti kimileri fark etmedi. Bazıları fark etse bile görmezden geldi. Milo ile geçirdiğim yaşam sürecim bana birçok ders verdi. Bunun yanı sıra burada Milo’yu yazarken yaşadıklarım, hayatıma yeni tecrübeler katarak beni tamamladı. Yaşanan her şey ile birlikte şimdi yine yeniden doğruldum ve kalemi elime aldım.
Sizlere, Milo’yu kaybettiğimde yaşadığım acıdan hiç bahsetmedim. Bahsetmemeyi tercih ettim. Ama bildiğiniz üzere hayat, bizlere her zaman sadece güneşli günler içeren dersler vermiyor. Bana da vermedi. Bu zamana kadar deneyimlediğim en büyük acımı yaşarken öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sizlerin de bilmesini istiyorum çünkü bu farkındalığım, Milo’nun bana son mirası oldu. Yaşadığım bu kaybın bana getirdikleri, Milo’yu tek başıma yaşatabilme ve sizlerle bir araya gelme gücünü verdi.
Acının aşamaları vardır. İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Yazıldığı kadar kısa sürmez bu süreçler. Özellikle yaşarken hiç bitmeyecek gibi gelir. Fakat size güzel bir haberim var; ne kadar acı verirse versin, unutmasanız bile acınız hafifler, tekrar güneş açarsınız. Buradaki önemli kısım, bu acı ile nasıl baş ettiğinizdir. Ondan kaçmak, çözümlerin en kolayıdır. Çoğu insan kaçabiliyorsa eğer kaçmayı tercih eder. Zor olan acıyı yaşayıp aşamaları deneyimlenmek ve son olarak acı gerçeği kabullenmektir.
Zoru seçmediğiniz için sizi yargılayamam ama zoru seçmenizi tavsiye ederim. Çünkü göz ardı edilmiş her acı, pusuya yatar ve zamanını bekler. Görmezden gelinen tüm gerçekler, öyle bir zamanda sizi yerle bir eder ki yaşamanız gereken aşamaları aynı anda yaşamaya başlarsınız. Dengeniz bozulur, süreciniz uzar. Bu yüzden ben zor olanı seçtim. Milo’yu kaybetmek, yaşadığım en büyük acım oldu. Görmezden gelemedim, gelmek istemedim. Çok zor oldu ama geçti. Hepsi geçti. Sonra geldim buraya ve sizlere Milo’yu anlattım. Güler yüzle anlattım, içimdeki çocuksu heyecanla paylaştım bütün anılarımızı. Her yaşanmışlığın bir bedeli olduğu gibi bunun da bir bedeli oldu. Ben de bu bedeli ödedim.
Hayatta bir duruşumuz olmalı. Bu duruş, hayatın her anında önem arz etmekle beraber acı, öfke, hayal kırıklığı gibi durumlarda belirleyici bir etki bırakır. Biliyorum, böyle anlarda bu duruşu sergilemek kolay değil. Ama belirli bir yaşa geldiğinizde, kendinize de saygı duyarak bu duruşu dik tutmanız gerekir. Yaşadığım kötü tecrübelerden de yola çıkarak sizlere şunu söylemek isterim, şu an içinden çıkılmaz olarak gördüğünüz her acıdan, dik bir duruşla çıkabilirsiniz. Yıkılmanız sizi güçsüz bırakmaz, aksine daha da güçlendirir. Bırakın yaşayın o acıyı. Bırakın aksın gözyaşlarınız. Bırakın düşsün gardınız. Yeniden toparlarsınız. Merhem sizin elinizde, bunu sakın unutmayın.
Büyük acılar bazen beraberinde büyük sessizlikler getirir. Bu normaldir. İçinize dönmek, gerçek sesinizi bulmak adına size bir şans verir. Çoğu zaman kaçmaya çalıştığınız iç sesinizin belki de yıllardır size söylemek isteği sözleri artık duymanız gerekir. Sessiz kalırsınız, sizi sustu sanırlar ama siz kendinizi dinlersiniz; yeni kelimelerinizi keşfedersiniz. Gözünüz kararır, gökkuşağının renklerini artık görmediğinizi düşünürler ama siz o renklerin arasında yeni bir ton yakalarsınız. Acıyla yüzleşmek size yeni bakış açıları kazandırır, yeni farkındalıkları ortaya çıkartır. Bütün bu acılar, kendinizi bulmanın en zor ama en etkili sürecidir aslında. Ölüm ise bunu deneyimlemenin en keskin halidir.
Artık bir şeyler eksik olacaktır. Ama korkmayın alışacaksınız. İnsan nelere alışır; siz nelere alıştınız, öyle değil mi? O boşluğun, dolmayacağını anlayacaksınız. Eksikliği varlığını hep sürdürse de yanına yeni oluşumlar ekleneceğini öğreneceksiniz. “Bazen hayat böyledir” deyip devam ettiğiniz günler, bu sancıların ardından gelecek. Sonra size bakanlar, acılara karşı dik duruşunuzu takdire şayan bulacak ama bu noktaya hangi zorluklarla geldiğinizi bilmeyecek hatta üzerine bile düşünmeyecekler. Sizin isteğinizin anlaşılmak bile olmadığı bir zamanda, bakan değil gören gözler anlayacak geçmişteki acılarınızı.
İşte o noktada yalnız olmadığınızı fark edeceksiniz. Fakat o noktaya gelene kadar dünyada sadece siz acı çekiyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz. Çünkü bu acı sizin; sizin hislerinizden, verdiğiniz değerden, yüklediğiniz anlamdan çıktı geldi. Onu kabul etmesi gereken yalnızca sizsiniz. O karanlığın adınızı sayıklayarak sizi içine çekme sebebi, hiç kimse değil, yalnızca kendinizsiniz. Bir günah keçisi veya bir destekçi aramaktan vazgeçtiğiniz an, gömüldüğünüz o ıssız karanlıktan çıkmaya bir adım daha yaklaşmış olacaksanız.
Belki bir daha güneş size aynı ışıltı ile parlamayacak ya da rüzgar yüzünüze ılık dokunuşlarını aynı ahenkle sunmayacak ama siz, yepyeni bir güne sarıldığınızda yeni bir parıltı, yeni bir ahenk yakalama şansı bulacaksınız. Hayat, sizlere tekrar sabahın erken saatlerinde, güneşin denizin sakin sularıyla gerçekleştirdiği ihtişamlı dansını göstermek için devam edecek. Yeter ki fırtınada yanlış limana sığınmayın.
Ben bir liman aramadım çünkü beni nefessiz bırakan bu düğümlü sancıya, limanım sebep oldu. Aşamaları deneyimledim, acımı kabullendim. Milo’mun bu dünyadaki süresinin dolduğu gerçeği ile yüzleştim. Sonra sürecime yeni bir madde ekledim; çözüm üretmek belki de baş etmek. Buradan yola çıkarak acımı dönüştürdüm. Madden yokluğunu kabul etmemin ardından onu manen hayatıma dahil ettim. Çünkü bir kişinin ya da durumun artık yok olması, hiç var olmadığı anlamına gelmiyordu. Her acı bu dönüşümü hak etmez ama Milo, varlığını sürdürmeyi hak ediyordu.
Milo’dan bana kalan son miras ışığında, kimin neyi hak ettiğini kendinizin tartacağı acılarınız ile sizlere şans diliyorum. Bu serüveninizde, olması gerektiği gibi, sizleri yalnız bırakıyorum.
Hepinize ‘Aysu ve Milo’ olarak teşekkür ederim. Hoşça kalın.