Orda bir tarih, yaşanmış, ama duruyor. Havada asılı duruyor, taşların yüzünde, otların arasında, toprağın çukurunda. Gezmediğin, görmediğin toprak senin toprağın, senin memleketin değil. O coğrafyanın geçmişiyle buluşuyorsun, binlerce yıl önceden sana, senden de geleceğe çizgiler çiziliyor, yollar açılıyor. ‘Tarihi bir varlık’ olarak daha farklı, daha kapsamlı anlamaya, yorumlamaya başlıyorsun dünyayı. Serik’e gidiyoruz bu kafayla, Yanköy’deki Sillyon antik kentine. İskender’in fethedemediği iki kentten biri burası… Diğeri de Termessos. Bunu bilmek önemli… Oldukça dar bir alana sığdırılmış olan Sillyon’un konumlandığı doğal kayalık tepenin üst kısmı tepsi şeklinde. Bu türden, üstü tepsi şeklinde yüksek ve sarp platolara ‘mesa’ deniyor. Türkçede güzel bir karşılık bulmuşuz: Masa… Antalya Kepez’deki Masadağı en güzel örneği. Perge ve Aspendos akropolleri de böyle bir platform üzerinde yer alıyor. Sillyon’un akropolü tepenin üstünde yer alıyor. Akropol ve aşağı kent olmak üzere iki ana gelişim alanına sahip olan Sillyon, coğrafi yapısı ve güçlü savunmasından dolayı bir “kale kent” (kastron) olarak anıldı. Savunma avantajını her çağda koruyan kentte yaşam, yakın tarihlere kadar sürdü.
Lukka kökenli bir kabile
Sillyon’un, Geometrik dönemden Türk-İslam dönemi içlerine kadar kesintisiz yerleşim gördüğü kalıntılardan da anlaşılıyor. Ancak kentin erken evresine ait birtakım yazılı veriler, bizi Hitit dönemine kadar götürüyor. Hitit yazıtlarında ‘Šalluša’ (Şaluşa) diye anılan kentin halkı, Lukka kökenli bir kabile olarak gösteriliyor. Sonrasında ise işgalci Roma’nın ünlü hikayesi devreye giriyor. Bu hikayeye göre, Troia savaşının ardından Akhaların bir kısmı, Argoslu biliciler Mopsos, Kalkhas ve Amphilokhos öncülüğünde Anadolu’nun batısını ve Pamphylia’yı geçerek Kilikya’ya kadar gidip, uğradıkları yerlerde çeşitli kentler kurdular. Oysa son arkeolojik veriler, bu Mopsos’un Moksus isimli bir Anadolu beyi olduğunu işaret ediyor.
Güçlü bir kadın: Menodora
Sillyon’un kurucu atalarını ve soyunu Helen kahramanlarına dayandırması, Roma çağının siyasi, ekonomik ve sosyal konjonktürüne bağlı bir durum. Çünkü kentlerin, İmparator Hadrian zamanında Atina’da kurulan Panhellen Birliği’ne üye olabilmek için köklerinin, soylarının Helen atalarına dayandığını kanıtlaması gerekiyordu. Panhelenik Birliği’e alınan kentlere büyük imtiyazlar veriliyordu. Roma çağında Perge’de olduğu gibi Sillyon’da da bir kadın tarih sahnesine çıkıyor. Pergeli Plancia Magna kadar güçlü olduğu anlaşılan Sillyonlu bu kadının adı Menodora… MS 2. yüzyıla tarihlenen 5 yazıttan Megakles kızı Menodora’nın demiurgos, dekaprotos ve gymnasiarkhos olduğunu öğreniyoruz. Babası da daha önce aynı görevleri yapmış olan Menodora’nın, kocası Apollonios ve oğlu genç Megakles adına plintheia yapımı için 100 bin dinar harcadığı anlaşılıyor. Menodora ayrıca, genç yaşta ölen oğlu adına, Sillyon çocukları yararına bir vakıf kurmak için 300 bin dinar bağışlıyor. Menodora, imparatorluk kültü baş rahibeliği, bütün tanrıların ve Demeter’in yaşam boyu rahibeliği ve bütün vatan tanrılarının hierophantisliği (rahibelikle ilgili işleri öğreten kişi) gibi dini görevleri de yürütüyordu.
Sillyon’a Suriyeli bir komutan
Pamphylia’nın en erken kurulan kentlerinden olan Sillyon’un, mimari dokusu ve kamu kurumları ile kentleşme sürecini MS 2.-3. Yüzyıllarda, yani Roma çağında tamamladığı anlaşılıyor. Korunaklı doğal yapısı ve stratejik konumuyla Sillyon, Bizans döneminde de Pamphylia’nın en güçlü kentlerinden biriydi. Bir piskoposluk merkezi olan ve bu statüsünü uzun süre koruyan kent, 7. yüzyıldan itibaren Arap akınlarına maruz kaldı. 9. yüzyılda Sillyon’da bir başka isim karşımıza çıkıyor: Iohannes Echimos. Aslen Kuzey Suriyeli olan Echimos, Sillyon’a geldikten sonra Iohannes ismini aldı. Keşişleri ve din adamlarını Sillyon’a davet etti. Böylece kentin, 824 yılından sonra sadece bir piskoposluk değil, aynı zamanda rahip, rahibe ve keşişlerin yaşadığı bir yer olduğu anlaşılıyor. Kentin akropolündeki ‘Kastron’ (iç kale), A ve B kiliseleri diye bilinen mekanlar ile ‘C yapısı’ muhtemelen bu dönemlerden kalmadır. Selçuklu döneminde de Kale Mescidi görülebilir. Uzun yıllar sadece yüzey araştırmalarıyla incelenen kentte kazılar 2020 yılında, Pamukkale Üniversitesi’nden Murat Taşkıran başkanlığında başladı.