Değerini yürekten hissettiğimiz bir varlığı kollamak için harcadığımız gayret, vakti gelince umutsuzca bir savaşa dönüşebilir. Ne yazık ki bu çabalar istediklerimizi elde etme konusunda bazen başarısızlıkla sonuçlanır ve içimizi acı bir tahribat hissi kaplar. Bu duygu, bir fırtına gibi kudurur ve dünyamızı öfke ve hüzün dalgalarıyla sarsar.

İnsan, doğası gereği değer verdiği şeylerin kaybından kaçınmak için elinden gelenin en iyisini yapar. Ancak bazen, tüm gayretlerimize rağmen istenmeyen sonuçlarla karşılaşırız. Tüm çabaların boşuna olduğunun farkındalığı ve hayal kırıklığı… Tanıdınız değil mi o duyguyu?

Elbette, değer verdiğimiz şeyleri koruma isteği insan doğasının derinlerine işlemiş bir güdü. Ama bazen hayat, kayıplarla dolu bir savaş alanı gibi görünür. Çünkü değer verdiğimiz her şeyin kaybı, bir parçamızı da alıp götürür. İnsanlık, bu acı gerçekle yüzleştiğinde, yüreklerinde derin bir çatlak açılır. İstediklerimizi elde etmek için harcadığımız çaba, bazen sadece bir yanılsama olabilir. Gözlerimiz kör olmuşçasına savaşırız ancak sonunda karşımıza çıkan manzara, umutsuzluğun soğuk yüzüyle doludur.

Cümlelerim, biraz pesimist birinin ümitsiz sözcükleri bir araya getirmesi gibi görünebilir size. Bu tarz kayıpların, aslında neyin gerçekten kıymetli olduğunu anlamamıza yaradığına inanıyorum. Ne için gerçekten çabalamalıyız, ne için kafa yormalıyız, ne için uykusuz kalmalıyız? Bu sorunun cevaplarını daha sağlıklı vermemiz ancak hayal kırıklıkları ile mümkün sanırım.

Belki de kayıplarımızın ardından yaşadığımız bu duygusal fırtınalar, bizi daha güçlü ve bilge bir insan haline getirir. Hayal kırıklığı, acı veya hüzün bizi derinden etkileyen duygular olmasına rağmen, aynı zamanda büyümemizi sağlayan önemli öğretiler.

Sisifos’un hikayesini bilirsiniz. Lanetlenerek sonsuza kadar yüksek bir tepeye, sırtında büyük bir kaya taşıması gereken tanrı. Zeus tarafından lanetlenen bir tanrı olmadığımıza göre, sırtımızda boş yere ağır kayalar taşımamızın bir lüzumu yok değil mi?