Sosyoloğun görevi, hakikatin izini sürmektir. Bu yol, düz bir patika değil; engebelerle risklerle ve çoğu zaman rahatsız edici sorularla dolu bir güzergâhtır. Ve bu yol, ideolojik sadakatlerle değil, özgür düşünceyle örülüdür.
Bernard Lahire’in çarpıcı ifadesiyle “Sosyolog, herhangi bir siyasi bağlılıktan uzak durmalı ve çalışmalarının sonuçlarını yayınlayarak kendi ideolojik kampını (bir vatandaş olarak) zaman zaman hayal kırıklığına uğratabileceğinin farkında olmalıdır. İzlemesi gereken tek ‘parti çizgisi’, ‘hakikat partisi’dir.” Bu vurgu, sosyoloğun konumunu bir hakikat arayıcısı ve anlatıcısı olarak sabitler.
Sosyoloji, yalnızca toplumsal gerçekliği anlamakla yetinmez; onu yeniden düşünmeye, yeniden kurmaya ve gerektiğinde sorgulamaya davet eder. Bu çağrı, ideolojik ya da siyasal bağlarla değil; özgürleşmiş bir zihnin ve eleştirel bir bakışın cesaretiyle karşılık bulur. Lahire’e göre bu cesaret, hayal gücü ve karşılaştırmalı analizle beslenmelidir: “Sosyolog, toplumsal sorunları ortadan kaldırma görevinde ‘sorunun’ farklı bir şekilde ortaya konabileceğini ya da bu tür bir sorunu ele almayı reddedebileceğini düşünme imkânı sağlamak amacıyla hayali bir perspektif varyasyonundan faydalanır ya da karşılaştırmalara dayanır.”
Bu yaklaşım toplumsal sorunlara çözüm aramakla beraber, o sorunların nasıl tanımlandığını, kimler tarafından ve ne tür çerçeveler içinde konuşulabildiğini de sorgular. Çünkü toplumsal meseleler, yüzeyde görünen tekil olgulardan ibaret değildir. Aksine, tarihsel, kültürel, ekonomik ve yapısal katmanların iç içe geçtiği karmaşık örüntülerdir. Sosyoloğun görevi, bu örüntüleri çözümlemek, görünmeyeni görünür kılmaktır.
Bu yüzden sosyolog, kendini belli bir ideolojik kalıba sıkıştırmaz. Aksine, o kalıpların dışına çıkarak, farklı sesleri, alternatif olasılıkları ve çoğul yaklaşımları gündeme getirir. Bu duruş hem akademik bir pozisyon hem de toplumsal sorumluluğun, etik düşüncenin ve hakikate sadakatin bir ifadesidir.
Sosyoloğun "hakikat partisi"ne olan bağlılığı, onu bir ideolojinin neferi olmaktan çıkarır. Onun asıl sorumluluğu, toplumun karmaşık dokusunu anlamak ve bu dokuyu oluşturan eşitsizlikleri, kırılmaları, dönüşümleri açıkça dile getirebilmektir. Çünkü hakikat, çoğu zaman rahatsız edicidir. Ve bu rahatsızlık, yeni düşünme biçimlerinin, yeni çözümlerin, yeni adalet tasarımlarının kapısını aralayabilir.
Bernard Lahire’in altını çizdiği gibi, sosyoloğun işlevi, ideolojik hayranlık değil; eleştirel düşüncenin ışığında hakikate olan sadakattir. Bu sadakat, akademik bir duruş olmanın ötesinde, toplumsal adalet ve demokratik gelişme için temel bir sorumluluktur.
İşte bu yüzden, hakikatin peşinden gitmek bir tercihten çok bir sorumluluktur. Ve sosyolog, bu sorumluluğu üstlenmiş biri olarak, "Hakikat Partisi"nin en sessiz ama en dirençli üyelerinden biridir.