Hastalık... Yaşam süresi uzadıkça, uzun vadede hayatımızı belirler...Sağlık ise öncelikle gençlik ile bağdaştırdığımız bir olgudur...
Yani gençliğimizde normaliz, zamanla anormalliğe doğru yolculuğa çıkarız. Birçok kimse buna benzer bir düşünceye sahiptir.
Çoğumuz sağlık ve hastalık olgularının bakış açısına bağlı olabileceğini tahmin ederiz. Eğer siz böyle bir fikre sahipseniz doğru düşünmektesiniz. Sezileriniz sizi yanıltmıyor. Sağlığın ve hastalığın ne olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. İkisi de öncelikle tıbbi ve biyolojik perspektiften ortaya çıkan kavramlar oldukları halde bu perspektife yenilerinin eklendiğini de görüyoruz. Bu değişimin ardında haklı sebepler yatar. Sapasağlam bir insanın kendisini hasta hissetmesi, tıbben hasta olan bir diğerinin sağlığından memnun olabilmesi, ender rastlanılan durumlar değildir.
Tıbbi açıdan sağlıklı dediğimiz insanın başlıca vasıfları organik işlevlerindeki normalliktir. Normal durum kabul edilen sağlık, çoğunlukta gözlemlenen bir sıklık dağılımın Gauss eğrisi üzerindeki konumudur. Hücreler arası madde alış verişinin normal olması, onun sağlıklı olduğunun göstergesi kabul edilmektedir.
Ama sağlık ve hastalık, psikolojik ve sosyolojik açılardan da ele alınabilir.
Psikolojik açıdan bireyin kendisini iyi hissetmesi, ihtiyaçlarının karşılanması ve kendisini yaratma isteğinden vazgeçmemiş olması demektir. Bedenen sağlıklı olduğu halde, ruhen hasta olan insanlardan söz ediyoruz. Bunun da bir gerçek olduğunu biliyoruz. Freud’un sağlığı sevmek ve çalışmak olarak nitelendirmesi, bu vasıflarla tanımlaması da kabul edilebilir bir durumdur.
Yaşlılık ve hastalık arasında tıbbi açıdan muhakkak sıkı bağlantılar vardır. Bir yaşlı, hasta olduğunu nasıl algılar? Bu algının yaşlılıkla alakası olmadığını belirtelim. Hastalanma süreci herkeste üç aşağı beş yukarı aynı şekilde gelişen bir süreçtir. Önce hastalık belirtileri algılanır. Ardından belirtiler yorumlanır ve değerlendirilir. Bunun sonucunda tedaviye ihtiyaç var mı yok mu sorusuna cevap verilir. Tedavinin gerekli olduğuna karar verilirse, türü ve buna bağlı ek yardımlar üzerine karar alınır. Bir örnekle nasıl hastalanacağımızı açıklamaya çalışayım:
Belirtinin algılanması... “Kalbim hızlı çarpıyor, bir iğne gibi batıyor” diyen yaşlı, bunun ardından “yanılmış olabilirim” derse, hastalanma süreci sona ermiştir (Gözardı etmek). Fakat bunun yerine olay şöyle de devam edebilir.
Belirtinin yorumlanması... “İğne gibi batması bana acı veriyor, üzerimde baskı yaratıyor”. Eğer bunun devamında “Bu benim sükunetimi bozmamalıdır, normal bir yaşlılık belirtisidir” derse, olay burada kapanır (kendi kendini sakinleştirmek). Şöyle de davam edebilir.
Belirtinin tedavi edilmesinin gerekliliği... “Bu ciddi bir hastalık olabilir” deyip, ardından “Herhalde yakında geçer” deyip süreci bu noktada da kesebilir. (küçümsemek) Fakat süreç şöyle de devam edebilir.
Tedavi türü üzerine karar... “En iyisi birinin yardıma başvurayım” der ve “bunun üstesinden kendim de gelebilirim” diye devam ederse, olay sona erer. (kendi kendini tedavi) Ama şöyle de devam edebilir.
Tedavi kararı: “Bir hekime görüneceğim” der ve bunun ardından “önce bir eczacıyla konuşayım bakalım ne diyecek” şeklinde devam edebilir (hekimlik alanı dışından yardım beklentisi). Ama şu şekilde devam edebilir.
Hastaneye sevk... Hekim “Sizi hastaneye sevk ediyorum” der ve böylece resmen hasta ilan edilmiş oluruz.
Bu sürecin hangi aşamasında nasıl davranılacağı konusunda kesin bir tavsiyem yoktur. Ama hastalık belirtisi algılandıysa, en iyisi bir “bilene” danışmaktır. Bu ancak bir hekim olabilir. Eğer nasıl başarılı yaşlanırım diye soruyor ve bununla ilgili bilgiye ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız, o zaman yine “bilene” danışın derim. Ama sağlık ve hastalığı bilenlerin yanında, yaşlanma ve yaşlılığı bilenler çok azdır ve çoğumuz “yaşlılığın belirtilerini” algıladığımızda bilene başvurmayıp, aksine bunu “gözardı” ederiz.