Yaşlılıkta korku çok yönlü etkileriyle dikkate değer bir konu olarak görünmektedir. Ama korku ve korkaklık aynı şey değildir. Korkaklık kişinin yaşam dönemiyle alakalı bir şey değildir. Korku ise koşullara bağlıdır. Korku, bir savunma mekanizmasının harekete geçmesidir. Temkin, belki bunu en iyi ifade eden bir kavramdır.

Yaşlılıkta korkunun çeşitli sebepleri vardır. Bunların arasında en önemlisi bağımsızlığını yitirme korkusudur. Yaşlanan insan kendisindeki ve çevresindeki değişimleri görür ve kendisi ve çevresi arasında uyum sağlayamadığı takdirde bağımsızlığını kaybedeceği korkusuna kapılır. Korkusunun haklı sebepleri vardır. Bir taraftan bedensel kayıpları önleyemez. Diğer taraftan kendisindeki değişimlere çevrenin tepki vermediğini, değişimlere bağlı olarak çevrede değişimolmadığını görüp, değişime dirençli çevreyi nasıl değiştirebileceğini düşünür ve bunu sağlama şansının olmadığını anlayınca korkuya kapılır.

Kendisini değiştirmeyen çevre bireyden değişim talep edecek, uyum sağlamasını isteyecektir. Buna cevap verme yeterlilikleri azalan yaşlı birey korkuya kapılacaktır. Çünkü bağımsızlığını yitirmesi, sadece kendisini etkilemekle kalmayıp, sevdiği insanları da etkileyecektir. Çocukları, gelinleri, damatları, torunları yaşlının bağımlı hale gelmesinden nasibini alacaktır.

Bu yüzden yaşlılıkta bağımsızlık sadece bireyin değil, aynı zamanda çevrenin de sorunu olarak kabul edilmelidir.Nüfusun genel yaşlanması bağımsızlığını yitirme korkusu yaşayan insanların yaygınlaşması anlamına da gelmektedir. Bireysel yaşam koşullarının ve biyolojik değişimlerin sosyal sonuçları dikkate alınarak yaşlılık bireysel ve toplumsal düzlemlerde çeşitli girişimlerle yapılandırılması gereken bir yaşam dönemi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu girişimler nasıl olmalıdır? Bir taraftan yaşlanma sürecinde sağlığını korumayı başaran insan sayısı çoğaltılmalıdır. Bu bağlamda bireye ve topluma düşen görevler vardır. Birey, sağlığını korumaya çalışmalı, sağlığını bozacak davranışlardan vazgeçmelidir. Diğer taraftan toplumun bireyin sağlığını koruyucu temel önlemleri alması gerekir. Yaşlanma sürecinde yaşam kalitesi korunmalıdır, ikamet koşulları en azından kötüleşmemelidir, sağlık hizmetlerine erişim kolay olmalıdır, bedensel dinlenme ve yenilenme olanakları sağlanmalıdır, fiziksel çevre yapısı bireyi motive edici özelliklerle donatılmalıdır, bilişsel yeterliliklerini korumasına yardımcı olacak olanaklarla bireye destek verilmelidir. Kısaca: Bedensel, psişik ve sosyal yönden aktif yaşlılar çoğaltılarak, yaşlılık döneminin yapılandırılması gerekmektedir. Diğer taraftan tüm olanaklara rağmen bağımsızlığını koruması mümkün olamamış yaşlıların tekrar bağımsızlığını elde etmesi sağlanmalıdır.

Nüfusun yaşlanmasından 'çalışan nüfus' olarak adlandırılan 15-64 yaş grubundaki bireylerin olumsuz etkilenmemesi için gereken önlemlerin alınması gerekmektedir. Çalışanlar, işverenler, politika ve sivil toplum örgütleri bu yapılandırma girişimlerinde üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Bu sayede sadece çalışan bireyin yaşlanma sürecinde sağlığını korumakla kalmayıp, aynı zamanda bunun çalışma randımanına yapacağı olumlu etkileri de düşünürsek, o zaman çalışan nüfusun yaşlanma sürecinin yapılandırılması kavramının ardındaki geniş anlam alanını daha iyi görmek mümkün olacaktır.

Gerontolojinin de bireysel ve toplumsal yaşlanmadan kaynaklanan riskleri iyi tespit etmesi, incelemesi ve çözüm üretmesi gerekir. Bunun için yürüttüğü çalışmaların gelişigüzel olmaması, birey ve toplum açısından önemli alanlarda girişimlerini yoğunlaştırması gerekmektedir. Bu alanların hangileri olduğunu belirlemek üzere yapacağı girişimler bilimsel temele dayanmalı ve elde edeceği sonuçlar, diğer aktörleri bu alanlara katılıma motive etmelidir. Yani Gerontolojide disiplinler arası çalışmalara yönelmek gerekir.