Mizahtan hoşlanan bir milletin evlatları olduğumuzdan şüphe yok. Fıkralarda hayatın tüm ciddiyeti vardır. Mizahlar hayatın sertliğini yumuşatıp üstesinden gelmemizi sağlarken hayatın sertliğini daha acımasız şekilde yüzümüze vururlar. Bu yüzden yaşlılar üzerine bir fıkra koleksiyonuna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu koleksiyon gülmekten ziyade düşünmek için bir vesile olacaktır.
Geçenlerde elime eski bir kitap geçti. Heinz-EugenSchramm’ın fıkra koleksiyonu. Gülerken düşündüren fıkralardan biri şuydu: Aşağı yukarı altmış yaşlarında bir adam doktora gelir. Doktor adamın güçlü bir şekilde titrediğini görünce şöyle der: “Çok mu içiyorsunuz?” Bunun üzerine yaşlı adam der ki: “Hayır doktor bey, tam tersine çoğu yere dökülüyor.”
Bir fıkra daha: Karısı ölen çiftçi hıçkırıklara boğularak “Mahvoldum, bittim” derken aniden eşinin eli kıpırdamaya başlar. Bunu gören dul adam “yeter be, ölü ölü olduğunu kabullenmelidir!”
Hazır açılmışken bir tane daha: Ufak kıza büyükannesi öldüğünde annesinin ağlayıp ağlamadığı sorulunca “Hayır, hayır; gömerken ağlayacağız!”
Bu fıkralar yaşlılarımızın durumunun ufak çaplı bir krokisidir. Sarhoş titrek yaşlı adam, işe yaramaz hale geldiği düşünüldüğü için artık eşinin bile istemediği yaşlı kadın ve vefat eden büyükannenin ardından gözyaşlarını gösteri için cenaze merasimine saklayan genç aile fertleri. Fıkralarda dile gelen gerçeklerde yaşlıların düşük prestiji, azalan randımanı ve sosyal ölü oldukları tasdik edilir.
Yaşlıların sefaletini görmek için mizah yazarı olmaya gerek yok. “Büyük”anne ve “aslında daha ziyade küçükler arasında sayılırlar. Bir pedagog tanırım, ebeveynlere çocuklarını ciddiye almalarını söyler, ama yaşlılarla her fırsatta alay eder. Otobüste yaşlıya yer vermemek için kafasını cep telefonuna gömen gençlere her gün rastlıyoruz. Herkes mi böyle? Tabii ki istisnalar kaideyi bozmuyor.
Havalar ısınmaya başlayınca kış uykusundan uyanmış gibi kendini balkona atan yaşlılar tek başına gelen geçeni seyreder ve kimse onları seyretmez. Onların gözleri göremedikçe hayatın acımasız sertliğini daha iyi görürler. Birbirine söyleyecek sözü kalmayan yaşlı eşler balkonda birbirinden uzakta oturur ve balkondan hayatı seyrederken, kendi hayatları akıllarından geçer.
Alzheimer hastalarının şanlı olduğunu düşündüğüm olur. Hiç olmazsa yalnızlıklarını, terk edilmişliklerini görememektedirler. Belki de bu hastalık bir hastalık değil, belki de her şeyi bilen Yaradan’ın uzun ömürlü insanlara bahşettiği bir şans, bir lütuftur. Her şeyde iyi şeyler görme isteği işte insanı böyle saçma düşüncelere bile sürükleyebiliyor. E, boşuna dememişler: Denize düşen yılana sarılır! Yaşlandıkça insanın açılmayı düşündüğü denizleri ve sarılmayı düşündüğü yılanları da çoğalıyor. Avuntuyu mutluluk, yalnızlığı kafa dinlemek ve yoksulluğu erdem kabul ediyorlar. İnsan yaşlandıkça hayat tecrübesi artıyor, gerçekleri görebiliyor, ama hiç akıllanmıyor.
Bir ayağı çukurdakiler, diğer ayağının daha dışarıda olduğunu görmek yerine, öbür ayağını da çukura sokmaya çalışıyorsa, bunun sebebi ölüm arzusu değildir. Ama hayattan bıkkınlık ortaya çıkınca ölümü kurtuluş olarak gören yaşlılar da çoğalıyor. Yaşlılık ve ölüm arasında ret edilemez bir bağlantı olsa bile hayatından bıkmadığı sürece insan yüzünü daima bütün sertliğine rağmen hayata dönüyor.
Modern toplumun uzun ömürlü insanı büyükanne ve büyükbabalarından daha uzun yaşamakla övüne dursun. Halbuki yaşamdan giderek uzaklaşmaktalar. Eskiden başını sokacak bir evin hayalini kuranların torunları artık tek evle yetinmiyor. Şehirde, yazlık ve en azından bir de kirada evi olacak. Sonra? Sonra yaşlanacak, yalnızlıklarıyla baş başa kalacakları balkonlarında geçmişi düşünecekler. Onlar hakkında yeni fıkralar yazılacak ve kaçırdıkları hayata yanacaklar.
Yaşlılık hafıza ve zihinde kayba yol açar mı? Henüz yaşlı olmayan geleceğin yaşlıları genellikle buna evet diyecektir. Yaşlıların üretken olmadıklarına da inananlar çoğalmaktadır. Yaşlandıkça yavaşlayan zekâ ve bedenden söz edeceklerdir. Düşünce alışkanlıklarından vazgeçemeyen, geri kafalı olarak kabul edilen yaşlıların çoğaldığından şikâyet edenlerin bir gün aynı etiketle rafa konulacaklarını bilmemeleri zekanın mı, yoksa budalalığın mı bir göstergesidir?