Ne diyordu Nazım...
'Kadınlarımız bizim kadınlarımız
Soframızdaki yeri,
Öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız
Anamız, bacımız, yarimiz.'
Onun omuzlarındaki yükü ağır, çünkü adı kadın. Ailenin ve toplumun ağır işçisi o, adı kadın. Sokak ortasında taciz, şiddet görür, cinayete kurban gider, adı mı? Kadın. Çocukluğunu tanımadan, çocuk gelin olur çünkü adı kadın!..
* * *
Oysa kadın medeniyet, kadın uygarlık değil midir? Toplumun olmazsa olmazı, mihenk taşı değil midir? Onların aile ve toplum üzerindeki değerlerini ön plana çıkarmak, hak ettiği kazanımlar değil midir? Yapılan güzellemelerle hakları ödenmiş mi oluyor? Neden kadın hakları, insan haklarından ayrı tutuluyor, neden hakları gasp ediliyor? Delirdiniz mi?
* * *
Sosyal statüsünü yükselten, entelektüel ve eğitimli kentli kadınlarımız, toplumun şanslı kesimini oluştursa da toplumun diğer alanlarında hak ettikleri aktif kazanımları alabiliyor mu? Peki, kırsal kesimlerde ataerkil aile düzeninin, törenin kıskacı altında, tarlada elinde orak, kaderini biçerken isyan etmiyor mu?
* * *
Olması gereken kadın ve erkeğin toplumda eşit haklara sahip olmasıdır. Peki uygulamada öyle mi? Hayır. Uygulama eksik çünkü niyet yok. Zaten de yoktu. İş dünyasında kadınların sınırlı sayıda temsil edildiği, çalışma hayatında ise kadın istihdam sayısının ne kadar cüce kaldığı çok açık görülüyor. Girişimci olmak isteyen kadına ilk engel, hemen en yakın çevresinden geliyor. Ve kadının önüne aşılması zor bariyerler konuluyor. Toplumun ataerkil yapısına göre kadının yeri evidir. Evde oturup yemek yapmak, çocuk büyütmek, yaşlılara bakmaktır. Ne oluyor? Kadın iş hayatından kopuyor, koparılıyor. Ve sosyal izolasyon kadının kaderi oluyor. Çünkü adı kadın!..