Çağımızın en sevdiğim özellikleri arasında fotoğraf kareleri yer alıyor. Gelişen teknolojinin bize sunduğu en büyük olanaklardan biri olan fotoğraflar, bizleri yaşanmış güzel günlere götürmeyi başarıyor. Belki bir daha yaşanamayacak, belki de hafızamızın derinliklerine gömülerek sonsuza kadar unutulacak birçok anıyı fotoğraflar sayesinde anımsayabiliyoruz.

Hafızamız belki bizlere bu kadar zalim davranmasa bile, o gün havanın nasıl olduğu ya da sevdiğimiz kişinin hangi gömleği giydiğine kadar bize her ayrıntıyı hatırlatan fotoğrafların kıymetini, çoğu zaman bir şeyleri kaybettiğimizde anlıyoruz.

Ben Milo’nun her anını fotoğraflarken onunla yaşadığım zamanlarda açıp bakma ihtiyacı duymadım. Onu kaybettikten sonra ise fotoğrafına bakmadığım bir günüm bile geçmedi. Bu durumu bir sitem olarak yazmamakla birlikte, fotoğraf için anın büyüsünü kaçıranlardan olmadan bu sınırı iyi çizebildiğimi düşünüyorum. Milo’yu yaşamak varken fotoğrafına tutunuyor olmam, onu kaybettiğimde baktığım fotoğrafları benim için daha da hüzünlü bir hale getirirdi.

Bir de bazı anılar vardır ki elimiz onlara hiç gitmez… O fotoğraflara bakmak bizi daha da hüzünlendirir… Oysa ki anılar gülümsenerek hatırlanmalı.

Eğer tebessüm etmek yerine içinizi buruk bir hisle dolduran kederli bakışlar eşliğinde elinize alıyorsanız o fotoğrafı, geçmiş güzel günlerle yüzleşmeye henüz hazır değilsiniz demektir.

Benim bu yüzleşmeyi bu kadar çabuk yaşamamın sebebi ise Milo’nun benden ayrıldığını hiç düşünmemiş olmamdı. Ama bu yüzleşmeyi hala daha yaşayamadığım anılarım da yok değil… 

Sizlerin de henüz yüzleşmeye hazır olmadığınız mutlu günleriniz varsa üzülmeyin, herkesin olur… O fotoğrafları zamana bırakın. Bırakın ki geçip giden zaman içinde gerçek değerini bulabilsin.

Zamanın şarap gibi yıllandırdığı fotoğrafların keyifli anımsamalarını yaşadığınızda, belki de o gün üzerinize en sevdiğiniz kahverengi elbisenizi giydiğinizi yıllar sonra fark edersiniz.