Zaman, tıpkı kumların parmakların arasından süzülüp gittiği gibi, insanların hayatlarını da aynı şekilde şekillendiriyor. İnsan zihniyle yaratılmış bu kavram, her birimizin yaşamında farklı şekilde çizilir. Kimi zaman ağaç gibi kök salar, derinlere uzanır kimi zaman da bir yaprak gibi hafifçe rüzgarla sürükleniriz. Ancak ne olursa olsun zamanın akışı karşısında hepimiz birer yolcuyuz.

Bahşedilen her an, bir hediye gibidir aslında. Kaybetmeden varlığını anlayamayacağımız bir armağan. Ve ardından da geç kalmışlık hissi. Aslında her şey, tam da olması gerektiği zaman olur. Belki bazılarımızın yaşamında bazı şeylerin gerçekleşmesi daha erken, bazılarımızın ise daha geç…

Bazen hızlı bir tren gibi hissederiz kendimizi, yetişmeye çalışırız, koşarız, telaş ederiz. Bir an önce varış noktasına ulaşmak için didinir dururuz. Ancak unutmamamız gereken şey, herkesin bir yolculuğu olduğudur ve her yolculuğun kendi hızı vardır. Belki bir yerde durup soluklanmak, manzarayı seyretmek gereklidir. Belki de hızlı geçen bir trenin penceresinden dışarıya bakmak, her şeyin nasıl bir arada olduğunu görmek önemlidir.

Geç kalmadığımızı hatırlamak, huzur ve kabullenme ile gelir. Hayat, beklediğimiz gibi gitmeyebilir, planlarımızın üzerine gölgeler düşebilir. Belki de yeni bir dönemin, yeni bir başlangıcın habercisidir.

Birçok insan, başkalarının yaşamlarını ölçü alarak kendi yaşamlarını değerlendirir. Ancak herkesin kendi zaman çizgisine sahip olduğunu unutulmamalı. Başkalarının hikayeleri, kendi hikayemizin bir parçası olabilir ancak bizim hikayemiz başka türlü yazılmış. Hiçbir şeye geç kalmadık. Sadece yolda dinleniyoruz ve manzaranın tadını çıkardık o kadar.

Bazı şeyler beklediğimizden daha uzun sürer, bazıları ise beklediğimizden daha kısa. Ancak her şeyin kendi zamanında olduğunu, her şeyin bir nedeni olduğunu unutmayalım. Tıpkı bir ressamın tuvaline fırça darbeleriyle yansıttığı gibi, hayat da kendi tuvalinde her birimizin izlerini bırakır. Tablonun son halini görebilmemiz için resmin bitmesi gerekir değil mi?