Karanlığın kuytu köşesinde, sessizlikle sarmalanmış bir varlık pusuda bekliyor. Sessizce oturmuş, kendi içindeki çalkantılarla boğuşan bir varlık var. Adı bilinmez, yüzü tanınmaz ama içindeki sarsıntı, belli belirsiz bedenine vuruyor. Kimi zaman insanların dışarıya yansıttığı gözlerinden akan yaşlarla sulandırdığı bir hüznü taşıyor, kimi zaman da insanların görmeye cesaret edemediği bir kızgınlığı yansıtıyor. İçindeki ateşi gözlerinin derinliklerinde körüklüyor.

Bir zamanlar, şeytanla aramızda bir oyun oynandı. Farkında olmadan, kendi içimizdeki karanlığı dışarı yansıttık ve tüm suçu onun üzerine yıktık. Belki de bu, rahatlamak için kolay bir çözümdü. Kendimizi temize çıkardık tabii böylece, vicdanımızın aynasına bakmaktan da bir hayli uzaklaştık. Ancak unuttuğumuz şey, şeytanın da mağdur olabileceği gerçeğiydi.

O, bir zamanlar yeryüzünün en yüksek meleklerinden biriydi. Ancak bir gün, cennetin en ışıltılı köşelerinde Tanrı'nın sevgilisi olarak yaşayan bu varlık, kıskançlık ve isyan ateşiyle yanıp tutuşan bir kısmetin gölgesinde, Tanrı’ya başkaldırdı. O gün, cennetin kapıları ona kapanırken adı bir lanet gibi yeryüzünde yankılanmaya başladı: Şeytan.

Yıllar geçti, çağlar değişti. İnsanlar, hayatlarında yaptıkları hataların sonuçlarını sık sık şeytana yıkmaya başladılar. İçlerindeki kötülüğün sorumlusu olarak onu işaret ettiler. Vicdanlarını susturabilmek için, suçlarını onun omuzlarına yüklediler. "Şeytan beni kandırdı", "Şeytanın oyununa geldim" dediler.

Ve işte artık o an, Şeytan bile mağdurdu.

Her gün, insanların içindeki karanlıkla boğuşurken kendi yalnızlığında kayboluyor. Belki de insanlar gibi, bir an için bile olsa bir başkasının onu anlamasını, hatta affetmesini umuyor. Ama umutlarını her seferinde yitiriyor, çünkü insanlar onu görmek istemiyorlar. Onu, kendi içlerindeki kötülüğün dışavurumu olarak görmek daha ilgi çekici geliyor.

Ama gerçek, çok daha derinlerde bir yerde. Belki de insanlar, kendi kötülüklerini başkalarına yıkmakla sadece vicdanlarını susturuyorlar. Belki de yüzleşmek istemedikleri gerçeklerle burun buruna gelmek yerine, şeytan gibi bir karanlık figürü suçlamak çok daha kolay geliyor.

Belki de gerçek, insanların içindeki karanlıkla yüzleşmek yerine, onu dışarıya yansıtmalarında yatıyor. Ve işte o zaman, şeytan bile mağdur oluyor. Çünkü insanların karanlığı, onunla büyüyor, onu daha da güçlendiriyor. Belki de içindeki ateş, insanların yarattığı bu cehennemi besliyor.

Belki de vakti çoktan gelmiştir artık. Belki de zamanıdır şimdi insanların, içlerindeki karanlıkla yüzleşmesinin. Belki de vicdanlarını susturmak yerine, ona kulak verip içlerindeki sesi dinlemeleri gerekiyordur sadece. Muhtemelen o zaman, şeytan bile mağdur olmaktan kurtulur.

Belki de şeytan, sadece insanların dışında değil, içinde de var olan bir gerçeklikten ibarettir.

Belki de o zaman, insanlar ve şeytan arasında bir anlayış, hatta bir dostluk bile doğar. Kim bilir belki bir gün insanlar gerçek bir aydınlığın kapılarını aralar, kendi içlerindeki karanlığı da aydınlatırlar. Ve işte ancak o zaman, insanlar kendi gerçek yüzlerini tanır ve şeytanın da bir zamanlar melek olduğunu hatırlar.