Karanlık zihnin girdabında kaybolmuşsun, ışığın zerreleri seni terk etmiş gibi. Her adımda, derinliklerin göz alıcı bir sessizlikle seni kuşatır, karanlığın sinsi dokunuşları bedenini sarmalar. Sonsuzluğun kuytularında, zamanın el değmemiş bir resmi gibi durur; her an, bir çıkışın yokluğunu haykırır.

Gözlerin, umutsuzluğun karanlığında kaybolmuş bir yolcunun çaresiz bakışlarına dönüşür. Duyguların, kırılmış bir heykelin soğuk mermeri kadar katı; sevinç, acı ve umut arasında sıkışıp kalmış. İçinde, koca bir dünyanın bile kaybolacağı karanlık bir dip noktası hissi var. İç çekişlerin, bir çölün yutucu kumları gibi tüm umutlarını kurutmaya çoktan hazır.

Adeta bir kara delik gibi, hislerini yutup içine çeker, umut ışığını gözlerinden söküp alır. İçinde kaybolur, yönünü yitirirsin; karanlığın derinliklerinde boğulma hissine kapılırsın. O karanlık, adeta ruhunun en mahrem köşelerine sirayet eder, içindeki aydınlığı söndürmeye çalışır. Gömüldüğünü sanırsın, karanlığın kolları arasında kaybolmuşçasına çaresizliğinde boğulurcasına. İçinde bir boşluk hissedersin, sanki sonsuz bir karanlığa doğru çekiliyormuşsun gibi.

Gökyüzü, üzerine ölümcül bir sessizlik çökmüş bir tablo gibidir. Yıldızlar, yok olmuş bir çağın izleri gibi kaybolmuştur; ay, karanlığın sahtekâr gülümsemesiyle alay eder. Sen ise bir rüzgârın kıyısında savrulmuş bir yaprak gibisin, umutsuzca bir liman arayışında.

Duyguların körelmiş, hislerin donmuş. Her soluk alışında, içine daha da çok karışan karanlık bir sis gibi, ruhunu sarar sıkıca. Çaresizlik sana karşı gelişmiş gibi hissedersin, kurtuluşun olmadığını düşünürsün. Zamanın bir tuzağa dönüştüğünü, her anın bir kapan olduğunu hissedersin.

Ama bu karanlık orman ortasında, bir tohumun kök salma çabası var.

Bu karanlık ormanın sessizlikleri seni değil, senin içindeki tohumları bekliyor. O karanlık toprak, seni gömmek için değil, seni yeniden doğurmak için hazırlanmış esasen. Çünkü aslında bir tohumsun, kök salmak için gömülüsün toprağın derinliklerine.

Gömüldüğünü sandığın o toprak, aslında seni yeşertmek için serili bir yatak, içinde saklı umudu filizlendirmek için hazırlanmış bir ev.

Bir gün, karanlığın içinde, bir ışık huzmesi belirir. Sessiz sedasız beliren ancak ruhunu titretip, varlığını hissettiren. Bu ışık, içindeki tohumları uyandırır, karanlığın korkunç kavşağından sana doğru bir yol açar. İçindeki tohumlar, bilinmeyen bir umudu yeşertir, umutsuzluğun soğuk zincirlerini kırar. O an; gömülmediğini, sadece ekilmiş olduğunu fark edersin.

Kendini gördüğün o derinliğin içinde, bir tohumun sessiz çığlığı yankılanır. Toprağın altında, köklerin toprağa sıkı sıkıya sarılırken, bir yandan da filizlerin yüzeye doğru yol alır.

Zamanın karanlık dalgalarının altında, umut çiçeklerinin filizlenmesi için bekleyen tohumlar yatar. Bu tohumlar, çürümenin gölgesinde bile yaşamı kıvılcımlandırır. Zamanın ilerlediği her bir saniye, kökleri derinleşir, filizleri yeşerir ve yüzeyin üstüne doğru ilerler. Ve bir gün, o karanlığın içinden yükselir, ışığa doğru uzanırsın. Çünkü en derin karanlıklarda bile, yaşam yeşerir. Gömüldüğünü sandığın o toprakta, hayatın güneşi belirir hafiften. Her karanlık, yeniden doğuşu fısıldar. Zaman ilerledikçe köklerin derinleşir, filizlerin yükselir ve yeniden doğuşunun ilanısındır artık.

Karanlığın içinde, toprağın en dibine gömülü bir tohum gibi hissedersin; bilmezsin ki, toprağın derinliklerine gömülmemişsin, bilakis o toprağa ekilmişsin.