Bir öğle güneşi, yavaş yavaş gökyüzünde birikmiş bulutların arasından süzülürken, gölgelerin atmosferiyle dolu bir dünya içinde, kendi varlığımın anlamını düşünmeye başlıyorum. Kendim dediğim şey, tüm hayatımı kapsayan bir sonsuzluk gibi gelir bana.

Kendi adımı anlamak, sadece bir isimle değil, yaşadığım anılarla, duygularla ve düşüncelerle bir bütün haline gelmek demek. Ben, kendi evrenimi kurmuş bir kâşifim; hayat okyanusunu keşfe çıkmış, kendi yıldızlarımı gökyüzüne kondurmuş bir rüyaperestim. Adımı andığımda, bu ismin içinde saklı olan tüm anlamları düşünüyorum.

Hayatımın başlangıcı, bir serüvenin ilk sayfası gibi. Küçük bir çocukken, dünyayı anlamaya çalışan merak dolu gözlerle bakardım etrafıma. Her yeni gün, bilinmeyen diyarlara açılan bir kapı gibiydi. O zamanlar adım, henüz keşfetmem gereken büyük bir haritaydı sadece.

Sonra büyüdüm, adımın içindeki harflerle daha fazla anlam buldum.

İlk aşk, hayal kırıklıkları, sevinçler ve hüzünler; hepsi adımın yazdığı birer hikâye oldu. Adımın ardında saklı olan her harf, bu yolculukta keşfedilen bir sır gibiydi.

Kendim dediğim şey, tüm hayatımı kucaklayan, zamanın ve mekânın ötesine geçen bir derinlik. Belki de ben, bir damla suyun sonsuz okyanusunda kaybolmuş bir hikâyenin parçasıyım.

Bir anı, bir his, bir düş, hepsi bir araya gelerek içimde bir evren oluşturuyor. Bu evren, zamanı ilmek ilmek örerek beni geçmişin izlerine sürüklüyor.

Çocukluğumun masum gülüşleri, gençliğimin isyankâr çıkışları ve olgunluğumun dingin kabullenişleri; hepsi bu sonsuz evrende buluşuyor.

Sonsuzluk, yıldızların arasında kaybolmuş bir rüya gibi parlıyor. Gece gökyüzüne baktığımda, binlerce yıldır var olan ışıklar benimle buluşuyor. Belki de geçmişteki bir anı, şu anda yaşadığım anla kucaklaşıyor ve geleceğimdeki bir umutla buluşuyoruz. Gecenin karanlığında parlayan yıldızların altında, kendi varlığımın ışığını arar gibi.

Zamanın kollarında kaybolurken, anın değerini bilmeyi de öğrendim. Her an, değerli bir taş gibi parlıyor aslında; sadece farkında olana, derinliklerde dolaşana açılan bir pencere.

Zaman zaman kendi sonsuzluğumun izini sürerken, başkalarının gözlerinden kendi yansımamı gördüm. Bunlar, kendi varlığımın bir parçasıydı. Sonsuzluk, sadece benim içimde değil, etrafımdaki her şeydeydi.

Sonsuzluk, bir öğrenme süreci aynı zamanda. Hayatın derslerini kabullenirken, düşüncelerimle diyalog kuruyor, şekilleniyorum. Zihnim, olan biteni süzgeçten geçirirken, kalbim kendi evini inşa etmek için duygusallığın teslimiyetinde. Kendi sonsuzluğumun içinde, diğer her şeyle kesişen bir ağ oluşturuyorum. Kendim dediğim şey, bu ağın bir düğümü, bu evrende eşsiz bir titreşim.

Hayatımın zirveleri ve derinlikleri arasında kaybolurken, her anı, kendi eşsiz benzersiz sonsuzluğunu barındırıyor içinde.

Gülümsediğim an, bir çiçeğin açtığı sonsuz bir ilkbaharı çağrıştırıyor.

Hüzünlendiğim an, yağmur damlalarının düşüşünde saklı bir melankoliyi anımsatıyor. Her bir duygu, kendi emsalsiz zaman diliminde var oluyor ve sonsuzluğun bir parçası haline geliyor.

Şimdi, hayatımın sonraki sayfalarını yazma zamanı geldi. Yaşanmış bir dolu anı, biriktirdiğim öğretiler ve bir huzur.

Artık adım, sadece bir etiket değil, aynı zamanda yaşadığım her şeyin bir yansıması. Adımın içindeki harfler, geçmişten gelen birer mektup; geleceğe yazılmış birer not.

Kendim dediğim şeyse, bu adın taşıdığı sonsuzluk.

Her an, yeni bir başlangıç; her nefes, bu sonsuz hikâye de birer kelime.

Adım, benim yazdığım bir şiir; her dizede, yaşamın en derin anlamı var. Kendim dediğim şeyse, adımın taşıdığı bu eşsiz müziği hissetmek ve bu sonsuzlukla bir dans.