Hayatın içinde kaybolan duygular, çoğu kez sözcüklerin hapsinde kalmış gibidir. Kelimelerin değil de duyguların birbirine dokunması, iki kişinin bir derinlikte buluşması ne güzel bir duygu değil mi? Konuşmadan, anlatmadan anlaşılmak; adeta ruhların birbirine yaklaştığı, sözcüklerin değil de kalplerin birbirini okuduğu bir hazine.

Herkesin içinde bir yerlerde, belki de en ücra köşesinde saklı kalmış bir arzu var: Sadece bir bakış, bir gülümseme, bir dokunuşla anlaşılmak. Sözcüklerin arasında kaybolmadan, karmaşık cümleler kurmadan duyguları paylaşmak. Ya da konuşmaya bile hali olmadığı zamanlarda yüzlerce soruya maruz kalmamak.

Belki de resimler, tablolar, melodiler; duygu ve düşüncelerin kelimelerden daha anlamlı bir şekilde ifade edilebildiği alanlardır. Kendini ifade etmekte zorlanan bir ruh; duygularını, düşüncelerini kelimelerle değil, konuşabildiği tek dil olan sanat dilinin içinde bulur.

Bazen, kalp atışları arasında gizlenen bir hikayeyi, dilin karmaşasında anlatmak imkansızdır. Hayatın koşturmacası içinde sözcüklerin yetişmediği, dilin kifayetsiz kaldığı anlar oluyor. İşte tam da o anlarda, gözlerin içindeki ışıltı, kaşların arasındaki derin iz ve gülüşün içindeki samimiyet; sözcüklerden daha anlamlı olabiliyor. Bir bakışın içinde saklı olan bir milyon kelimeyi anlatmak mümkün. Belki de en anlamlı hikayeler sessizlikte, derin bir bakışta gizlidir.

Bu özel iletişimin sırrı, anlayışla dolu bir kalbin varlığıdır. Karşındakini gerçekten dinlemek, hissettiklerini anlamak ve duygularını paylaşmak; konuşmadan, anlatmadan anlaşılmayı mümkün kılar. Sessizlik bazen en güçlü konuşmadır. İki insan arasında geçen anlam dolu bir bakış, sözcüklerin ötesinde bir bağ kurabilir. Dilin sınırlarını aşan bir iletişimle, ruhlar birbirine daha da yaklaşır.

Bazen en derin anlayışlar, en anlamlı kelimeler sessizliğin içinde gizlidir. Ve yine bazen susmak en iyisidir.