“Tangere” Latince “dokunmak” demek. Tango tanımının, bu kelimeden geldiği düşünülüyor. Dilerim ki buradan gelmiştir. Dokunmaktan daha güzel, ne anlatabilirdi ki bu dansı?
***
Hayatımda hiç tango yapmadan, tango hakkında yazmaya hakkım yok elbette. Ama müziğine bayılıyorum. 1999 yılında, sinemada Carlos Saura’nın “Tango” filmini izlediğimde, bir gün mutlaka ben de böyle güzel dans etmeyi öğreneceğim demiştim. 2006 yılında Antonio Banderas’ın nefes kesen dansını izlediğim “Take The Lead” filminden sonra da, tangoyu öğrenme hayalimi kurmaya devam ettim. Sonuç mu? Hala bilmiyorum. Oysa şu an bu satırları yazarken bile, Carlos Saura’nın “Tango” filminin müziklerini dinliyorum.
***
Ritim ve ahengin insan ruhu üzerinde iyileştirici etkisi olduğuna eminim. Loş ışıkta, romantik bir ortamın esas imzasına sahip olan, ateşli notalarıyla süzülen bir tango değil midir? Hangi aşığın kalbine dokunmaz iyi müzik?
***
Bir insan ruhunun iyi niyetini ya da güzelliğini, dinlediği müziğin kalitesine göre değerlendirmem hata mıdır? Sürekli acıklı, karamsar ve öfkeli sözlerle dolu şarkılar dinleyen insanlar içimi karartıyor. Böyle şarkıları, rastgele bir yerde duyduğum an, yaşama sevincim köreliyor. Hele o vasat ve berbat cümlelerle yazılmış televizyon reklamlarında dönen şarkılara tahammülüm bile yok. Güzelim eski şarkıları, saçma sapan sözlerle bozuyorlar. Sürekli aynı seslerden, benzer sözlerle sanki izleyiciyi aptal yerine koyan nakaratlarla başımı ağrıtıyorlar. Sadece kaliteli müziğin ve görsellerin olduğu, sözcüksüz reklamlar daha güzel. Demek istediğim, müzik ruhu iyileştirdiği gibi, kötü müzik de ruhu hasta edebilir. Ve tango gibi, ezgisi kalbe dokunan eserler, durup dururken aşık bile edebilir. Bahar da geliyor zaten, açın sesini kaliteli müziğin. Carlos Saura’nın “Tango” albümünü tavsiye ediyorum, dinleyin. Tango, mevsime ve Antalya sokaklarında rengarenk açmaya başlayan çiçeklerin doğuşuna yakışıyor. Hem bir de, (varsa yürekte azıcık) yaraları yaksa da, şefkatle sarıyor.