Ülkenin her yanı yangın yeri gibi. Her sabah başka bir kıyamete uyanıyor insan, umutla devam etmeye çalışıyoruz. O kılıçtan keskin çizgide içimizdeki iyiliğe ve umuda sarılarak adım adım ilerlemeye gayret ediyoruz.
İnsan var olduğu sürece iyi ve kötünün savaşı hiç bitmeyecek. Kötülük insan doğasının bir parçası, toplum dinamikleriyle sinsice yüzeye çıkmaya bekleyen, acı ve felaketlerden beslenen bir olgu. Dünyada kimse kötü doğmamıştır. İnsan, doğumuyla birlikte şekil almaya başlar, doğru ve yanlışı öğrenmeye çalışır. Bu süreçte insan olabilme mücadelesinde, renkten renge bürünür. Bu yolculuğun ilk yıllarında kafasında siyah ve beyaz şekil almaya başlar. Günün sonunda siyah ve beyazın ne olduğunu bilir. Ne yapması gerektiğini ve ne yapmaması gerektiğini çok iyi bilir ama siyahla beyaz arasındaki o renk paletinde kendini kaybeder.
Kötülük denildiğinde aklımıza genellikle yanlış olan, büyük yıkımlara, acılara ve kayıplara neden olan eylemler gelir. Ancak kötülük her zaman bu kadar net ve tanımlı değildir. Bazen kötülüğün tonları, insan doğasının ve toplumsal yapının gri alanlarında gizlenir. Kötülüğün farklı dereceleri, amaçları, niyetleri ve sonuçları olabilir. Bu bağlamda “kötülüğün 50 tonu”, farklı şekillerde, farklı düzeylerde ve bağlamlarda kendini gösteren bir kötülük çeşitliliğini ifade eder.
Beyazdan siyaha gidersek bilinçsiz kötülük; hiç fark etmeden istemeden yaptığımız kötülükler. İhmalden kaynaklanan kötülükler; sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz için kaynaklanan kötülükler... Bundan sonrasında insan karakterleri devreye girer. Bencilliğimizden kaynaklanan kötülükler, kibrimizden kaynaklanan kötülükler, intikam duygusundan kaynaklanan kötülükler, yalan ve ihanet, güce duyulan açlıktan kaynaklanan kötülükler... Bütün bunlar olamamışlığımızın sıkıntıları. Diğer bir madde belki de en tehlikelisi birisi olabilir: İdeolojik kötülükler. İnsanlar, belirli bir ideolojiye, inanca ya da amaca hizmet ettiklerinde, kendi eylemlerini meşru görerek büyük çapta kötülük yapabiliyor. Her yolu mübah görebiliyorlar bu bir kitlesel kötülük. Artık siyaha ulaştık ama siyahın da tonları var. En karanlığı saf kötülüktür; herhangi bir fayda, çıkar ya da mantıklı gerekçe olmaksızın, yalnızca zarar vermek amacıyla yapılan eylemleri içerir. Bu tür kötülük, sadistçe bir zevk almak için yapılan eylemlerden ya da başkalarına acı çektirme arzusundan doğar. Bu düzeyde kötülük, en karanlık ve yıkıcı olanıdır çünkü tamamen empatiden yoksundur. İnsanların asla kabul etmediği diğer bir kötülük ise izleyici kötülüğüdür. Kötülüğün gerçekleşmesine seyirci kalmaktan doğar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığı. Bir suça ya da haksızlığa müdahale etme gücüne sahip kişiler sessiz kalırsa kötülüğün devam etmesine katkıda bulunmuş olurlar. Bu durum, kötülüğün yayılmasına zemin hazırlar.
Bir de onca kötülükten sonra insanların kendilerini aklama süreci var. Herkes sütten çıkmış ak kaşık mübarek. O zaman soruyorum, Cemal Süreyya da hislerime tercüman olmuş; “Herkesin niyeti iyiyse bize bunca kötülüğü kim yaptı”...