Hayatımın tam olarak hangi döneminde bu hissin başladığını hatırlamıyorum ama hayvanlarla beslenmeyi ruhum kabul etmiyor. Dönem dönem, yemediğim uzunca yıllar oldu. Sonra, sağlık sorunları ve çevrenin bu kararımı şımarıklık gibi görmesi sonucu pes ettim, yedim. Ne yazık ki mutsuzum. Vücuduma, benim gibi etten, kemikten ve kandan yaratılmış bir canlının, ölmüş ve pişmiş bedeninin parçaları girsin istemiyorum. Onu çiğneyip yutarken, kendimi kötü hissediyorum. Maalesef uzun zamandır, sağlıklı beslenmek yerine sadece doymak için yediğim her şey nedeniyle daha da mutsuzum.

Vegan olarak yaşamak için, mutfağıma alacağım besinler, senelerin alışkanlığını silmek zorunda. En zoru da sabah kahvaltıları. Bir de bu duruma, bünyemin glutene karşı kaybettiği mücadelesi eklendi. Unlu ve tabii hayvansal tüm ürünlerden uzak beslenebilirsem dünyanın en mutlu ve huzurlu insanı olabilirim. Disiplin ve güçlü irade şart.Vejetaryen beslenmeye başladığım yıllarda, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Sâdık Hidâyet'in “Vejetaryenliğin Yararları” isimli kitabıyla karşılaştım. 1903 yılında Tahran’da doğan Sâdık Hidâyet, İran edebiyatında modern öykücülüğün kurucularındandır. Mehmet Kanar çevirisiyle, 1997 yılında basılan bu kitapta, yazar, insanlığın etobur olmaya devam ettiği sürece, asla gerçek barışa ve özgürlüğe kavuşamayacağını savunuyor. Sâdık Hidâyet, her canlının fiziki yapısının Yaratıcı tarafından beslenmesine özel olarak yaratıldığını söylüyor. Biz insanlar, hayvanların bazılarını pişirip yemeyi tercih ettiğimiz sürece, doğanın yasalarına aykırı davranıyoruz. Bu nedenle, bedenimiz hastalanıyor ve huzursuzluk yaşıyoruz. Çünkü, insan bedeninin, hayvan etini hazmedebilecek yapıda olmadığını savunuyor yazar ve diyor ki:
“İnsanın bedeni et yiyecek şekilde yaratılmış olsaydı, yırtıcı hayvanlar gibi vahşi hayvanların peşinden koşup, canlı avı pençe ve dişleriyle parçalayarak ham eti, damarı, siniri, derisi ve kemiği ile birlikte yiyebilmesi gerekirdi. Oysa o kendini, yetiştirilip öldürülen, hazırlanıp pişirilen hayvan kaslarını yemeye ikna etmiştir. Bunların tümü doğaya aykırıdır. İnsan, yapay yiyeceğin bedeninin bir parçası olması amacıyla bir hazım cihazı geliştirmeyi de unutmuştur.”
Biliyorsunuz, televizyonlarda, internette, beslenmeyle ilgili sonsuz bilgi ve kaynak var. Birkaç yıl süreyle “Aman mutlak yemelisiniz, sofranızdan eksik etmeyin!” dedikleri yiyecekler, birdenbire “Sakın yemeyin, hasta olursunuz!” diye manşetlerde yer alıyor. En iyisi, kişinin, kendine neyin iyi geldiğini ve ne yediğinde sadece bedenini değil ruhunu da besleyebildiğini keşfedebilmesi gerekiyor. 1900’lu yıllarda bilimsel araştırmalara dayanan bu eseriyle, yazar Sâdık Hidâyet bize gerçeği anlatmaya çalışmış. Ancak insanların alışkanlıkları ve bir de sürüp giden bu yanlışı “Yemek Kültürü” adıyla süslemeleri vazgeçmeyi daha da zorlaştırmış. Oysa doğa, beslenmemiz ve doymamız için bize her şeyi sunuyor ve işte bu konuda da Sâdık Hidâyet diyor ki:
“İnsanın kendi yiyeceğini doğrudan doğruya doğanın elinden alması gerek. Gerçekten doğa, yaşam kaynağı güneşin ışınları altında olgunlaşan lezzetli meyve şeklinde sunmaktadır besini. İnsanın öldürülmüş hayvan leşlerini allayıp pullayarak ve doğal yiyecekleri hazırlayarak tat almaya çalışmasına gerek yoktur. (Bu bölüm, bu satırların yazarının La Béte Humaine adlı eserinden bir parçadır ve Mayıs 1926'da Protection dergisinde basılmıştır).”
Kaynak: http://kitap.ykykultur.com.tr/