Kış sert ve soğuk geçiyor. Özlenen yaz geceleri beklediğimiz, günleri saya saya. Yaz gecelerinin en güzeli de gökyüzünde yıldızlar ışıl ışıl parlarken, romantik yürüyüşler yapılanıdır, kim bilir?

Bir Van Gogh tablosu canlanır zihnimde, böyle geceleri andığımda. “Yıldızlı Gece” tablosunun büyüsü o kadar derinden etkisi altına alır ki; diğer eserleriyle birleştirir hayalimde, yürümeye başlarım. “Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece” ve “Cafe Terrace At Night”.

2011 yılında, tam da bu tablolardan birinin mekan ve zaman olarak işlendiği, şahane bir film izledim: “Midnight in Paris”
Owen Wilson’ın başrolde olması, o filmi izlemem için ilk sebeplerden biri. Senarist ve yönetmen de Woody Allen ise; mutlaka izlemem gereken filmler arasında olması kaçınılmaz. “Midnight in Paris” i kaç kez izledim, hatırlamıyorum. Yine izleyebilirim, zevkle, sıkılmadan. Woody Allen’ın kendisinin oynamadığı filmlerde, erkek başrol oyuncusunun, duruşu, hareketleri ve hatta giyim tarzıyla bile ona yani Woody Allen’a benzediğini fark ettiniz mi hiç? Diğer filmlerini izlediğimde de böyle düşündüm: Magic in the Moonlight (Sihirli Ay Işığı), Roma'ya Sevgilerle (To Rome with Love) ve son izlediğim, Irrational Man (Mantıksız Adam).

“Midnight in Paris” de, filmin kahramanı, Gil'in fantastik dünyası, hayal gücü ve edebiyat tutkusu, onunla empati kurmamı sağlıyor. İlham perisini Paris’in sokaklarında arayan Gil, bir anda kendini geçmişin gerçek edebiyat dünyasında bulduğunda, acaba ben de bir an geçmişe gitsem, kimlerle tanışmak isterdim diye düşünüyorum. Ernst Hemigwey ve Salvador Dali ile karşılaşan Gil, yaşadığı bu inanılmaz olayın tekrarı için her gece yarısı aynı yerde, aynı arabayı beklemeye başlıyor. Düşlerin, gerçekleşme ihtimalinde nasıl görüneceğini anlatıyor Woody Allen. Ancak aynı zamanda, geçmişten ilham almaya çalışmanın ya da geçmişi daha şiirsel ve özel bulmanın, çok da geçerli olmadığını savunuyor. Bunu da kahramanını eleştirenlerden öğreniyoruz. Gil, 1920’li yılların sanat ve edebiyat alanında “Altın Çağ” olduğunu düşünürken, o çağda yaşayanlarla karşılaştığında, onların da Rönesans’tan aynı hislerle beslendiklerine şahit oluyor. Bu böyle sürüp gidecektir belki de. Kendi çağını yaşayan her sanatçı, bir öncekine özlem duyacaktır. Bu ne kadar doğru ya da yanlış tartışılabilir. Bana göre, sanatçının başarılı eserler üretmesine katkı sağlıyorsa, istediği dönemi kendince yüceltip ondan ilham alabilir. Umutsuzluk, tembellik ya da yaratıcılığın tükenmesi söz konusuysa eğer, her şey sanatçının şifası olabilir. Şu “an” da büyüyen bir eser, geçmişten güç alıyorsa, bence sorun yok. Woody Allen işte tam bu noktada, filmin kahramanlarından birini, Gil’in düşüncelerine karşı şöyle konuşturuyor:

“Mesele şu ki nostalji inkar demektir. Şimdiki acı veren zamanın inkarıdır.”