Gökyüzü, yıldızların muhteşem şöleninin bir sahnesi; ışıltılı, gizemli, zaman zaman sert bir coşkunun içerisinde…

Gökyüzündeki yıldızlardır hayat; kendi ışıltısıyla parlar. Her an bir hikâye yazdırır.

Aynı şekilde, hayatımızın dağlarını, vadilerini ateşin ve suyun dansına benzetiyorum. Ateş, ufacık masum bir odun parçasını kucaklayıp ısıtarak sıcacık bir yuva sunabilir ama kontrolsüz bir şekilde salındığında, yok edici bir güce dönüşür.

Su peki?

Su, susuzluğumuzu giderir, hayat verir ama o da dengesiz ve taşkın olduğunda, boğucu bir tehlikedir aslında. Sessiz göletin suları, fırtınalı denizlere dönüşebilir.

İşte bu ikili, yaşamın kendisi gibidir. Çelişkili, güçlü ve bir o kadar da hassas…

Aslında tüm kurulan ilişkiler de böyle değil mi?

İnsan ilişkileri esasen, içlerinde barındırdıkları duygusal güçle şekillenir. Tümü, ateşin ısıtan sıcaklığına veya suyun dengeleyici etkisine benzer şekilde, yaşamımıza bambaşka dokunuşlardır aslında. Anlar, dostluklar, aşklar; hepsi…

Hepsi, yankılarıdır su ve ateşin.

Ve bir noktada birbirimizi yaratabilme gücümüz, içimizdeki ateşi nasıl yönlendirdiğimize bağlıdır, sıcacık bir yuva veya tehlikeli bir güç.

Yaşamın kaynağı olan su olabilmek ise ‘nefes aldırabildiği sürece’ kaynaktır insana.

Ateşin gücüyle ısıtmak, suyun akışıyla dengede tutmak…

Başlangıçta, dünyaya dair bakış açım elbette çok farklıydı. Zamanın akışında, tüm düşüncelerim adeta dönüşüm geçirdi. İlk başlarda belki fark etmediğim ama zaman içinde beni sarhoş eden bir değişim. Mantığımın sınırları genişledi, dünya ile aramdaki ilişki derinleşti. Ve belki de bir eşyaya bakışım bile anlam kazandı. İnsanları anlamak, kabullenmek ve kendi içimde bir denge bulabilmek bir zamanlar karmaşık gelen bir bulmacayı çözmekti benim için.

Bu tabii ki, bir günde gerçekleşen bir patlama değildi. Tam aksine, yavaş yavaş, adım adım gerçekleşen bir süreç. Hayatın ve insanların karmaşıklığına olan uyum sürecimin bir sonucu belki de. Bu dönüşüm, çoğu zaman beni zorlayarak bazen de istemeden gerçekleşti.

Dünya, bir zamanlar yüzeydeki detaylardan ibaret gibi görünen bir yerdi. Sanki bir pencereden dışarı bakar gibi, yüzeydeki detayları görmekle yetindiriyormuşum kendimi.

Ancak şimdi her anında derinlikler bulan bir gözle bakıyorum ona. Görünenin ötesinde bir anlamı var ve her bir detayın arkasındaki anlamın peşinde olmak aslında insan ruhunun ana besini.

Bu değişim sürecinde birçok kez kendime karşı çıktım.

Değişim rüzgârları, bazen istemediğim yönlere esiyordu. Ama fark ettim ki beni zorlaya zorlaya büyümeye ve olgunlaşmaya yönlendiriyormuş. Aslında kendi dünyama, daha derinlemesine bakmaya sürüklüyormuş. Aslında, pusulamın yavaş yavaş doğru yöne çevrilmesi gibiydi hepsi.

Yaşamın suyuyla ateşi arasındaki dengeyi bulmak, her detayın derinliğini görmek, ruhumun pusulasını doğru yöne çevirmem adına var olan bir gerçeklikle tanışmaktı bu.

Ve bu sonsuz evrende, kendi içimdeki ateşi kontrol etmek, su gibi dengeleyebilmekmiş aslında yaşadığımı iddia edebilmek.

İçimizdeki yıldızları daha parlak kılmak ya da suyun sakin akışını bulmak…

Değişim rüzgârlarına teslim olmakmış aslında, kendi gökyüzümüzdeki hikâyeyi yazmaya kâğıt kalem…

Yaşamın ateşiyle ısınmanız ve suyuyla bütünleşmeniz dileğimle…