Nasıl ağaca, serinliğe, gölgeye ihtiyaç duyuyorsa doğada tüm canlılar; insanlar da dik duruşlu ve dürüst birini görünce ona doğru çekiliyor. İnsanların içindeki güveni ve umudu öldürmeyin ki, gölgeleri genişlesin.
Günübirlik çıkarlar ve beklentiler için değişen insanların aksine, doğası gereği ve asilce uyum sağlamak için nasıl derisini değiştirmeye ihtiyaç duyuyorsa yılan; her zaman kendi kalıp, başkaları için değişmeyen, sürekli kendini geliştiren insanların kalbini kırmayın ki, yanlışa yanlış diyebilen erdemli insanlar çoğalsın.
Bunu kendiniz bile yapmış olsanız haksızlık karşısında tavır alın ki, yarın haksızlığa uğradığınızda insanlar sizin yanınızda olsun. Her zaman doğrunun yanında durun ki, insanlar dünyanın acımasız olduğunu düşünmesinler. Oysa acımasız olan insanlar, dünyanın bir suçu yok. Dünyayı böyle görmeyi sağlayan zorla korku, din, ayrımcılık öğretilen zihinlerimiz.
Bütün dünyanın acısını içinde hisseden, empati kuran, dünyadaki hiçbir şeyin garanti olmadığının ve geçiciliğin bilincinde olan, duyarlı, her şeyi düşünen, her şeyin farkında olan, her şeyi takip eden bir avuç insana karşılık, yaşadığı toplumda ve dünyada olup bitenden habersiz, olanlardan haberi olsa bile ucu kendine dokunmadıkça hiçbir şey umurunda olmadan yaşayan bir sürü bencil insan… Dünyanın hangisine daha çok ihtiyacı var?
Her gün için, bugün için, yarın için, birkaç ay sonrası için, net olmayan ileri bir tarih için zalimce umut pompalayanlar, verdiği sözleri asla tutmaz. Türkiye’deki siyasetin özeti gibi. Günü kurtarmak için yaşayan insanlar, yarınını garanti almak için rahatça yalan söyleyen siyasilerin gözünde satranç tahtasındaki piyon gibi- kendi potansiyelini henüz keşfetmemiş bir piyon. Masal gibi anlatılan güzel sözcüklerle uyutulduğumuz zalim oyunların içinde piyon olmadığımız, başkalarının bizim değerimizi belirlemesine izin vermediğimiz bir ülkede, nasıl bir hayat yaşardık?
Egomuzu ve egomuza destek olan o gücü arkamıza alıp faşist olmasak; kendi çıkarlarımıza uyan, işimize gelen ve işimizi yaptırdıklarımızla değil de koşulsuz, çıkarsız, adalet duygusuyla, eşitlik bilinciyle, kırmadan, özgürlüğün farkında olarak, saygıyla her insanın yanında olsak nasıl bir insan olurduk?
Haksızlığa uğrayanın hakkı olsak, mağdur olanın gücü olsak; engellinin kolu, bacağı, gözü, kulağı, eli, ayağı olsak; işsizin desteği, şiddet mağdurunun koruması olsak, zor durumdaki insanların koruyucusu ve savunucusu olsak; hapishanedeki, dört duvardaki, bedenleri hapis ruh ve beyinleri özgür aydınlarımız için siper olsak; her an, her yerde, her durumda, haksızlıklara karşı omuz omuza olsak nasıl bir toplum olurduk?
Eşitlik, adalet ve empati temelinde dayanışma içinde birleştiğimizde, insanlığın potansiyeli sınırsızdır. Birbirimize destek olduğumuzda, haksızlıklarla mücadele ettiğimizde ve zor durumdaki insanların yanında durduğumuzda, daha adil, daha insanca bir dünya inşa etme şansına sahibiz. Bu, kolektif bir çaba gerektirir; her bireyin sorumluluk alması, sesini duyurması ve hak arayışında birbirini desteklemesiyle gerçekleşebilir. Kendi çıkarlarımızın ötesine geçerek, dayanışma duygusuyla bir araya gelirsek, kırılmadan, özgürlüğün farkında olarak, saygıyla her insanın yanında olursak, güçlü ve adil bir toplumun temellerini atabiliriz.