Dizinin ilk sezonu 2 yıl önce yine temmuz ayında bomba gibi ekranlara düştü. Bomba gibi dememin sebebi hani genelde yaz aylarında alışmış olduğumuz yaz dizilerinden farklı bir konusunun olmasıydı. ‘Aile dizimi’ kavramıyla tanıştık. Kökler, düğümler, bağlar… Bu kavram o zaman da çok tartışılmıştı dizinin 2. sezonunun yayınlanmasıyla da tartışmalar yine alevlendi.

Zeytin Ağacı üniversiteden beri çok yakın arkadaş olan üç kadının sıra dışı yolculuğunu anlatıyor. Leyla (Seda Bakan), Ada (Tuba Büyüküstün) ve Sevgi (Boncuk Yılmaz); bu üçlü bir anda Sevgi’nin hastalığı yüzünden yeni bir tedavi yöntemi denemek için kendilerini Ayvalık’ta buluyorlar. Leyla ve Ada’nın da arkadaşlarına destek olmak için geldikleri bu yerde geçmişle olan yolculukları başlıyor.

2'nci sezonda hikayeyi daha oturmuş buldum. Bu üçlünün dostluklarını izlemek keyifliydi, artı hikayenin Ayvalık’ta geçmesi muhteşemdi. İnsan ne görmek isterse onu görüyor. Dizide yoğun bir dram olsa da benim gördüğüm üç arkadaşın Ayvalık tatili gibi bir şeydi. İnsan böylesi bir yerde aydınlanmasın da ne yapsın? Bu diziden sonra Ayvalık’ta bir nüfus patlaması yaşanabilir.

Gelelim ‘aile dizimi'ne... Çok basit bir anlatımla bugün yaşadığımız pek çok sıkıntının köklerinin geçmişe dayandığını, atalarımızdan bize miras kaldığını iddia ediyor. "Peki bu nasıl oluyor" derseniz travmalar nesilden nesile aktarılıyor. Kısaca atalarımızın yaşadığı olumsuzlukların benzerlerini bizler de günümüzde yaşamaya başlıyoruz.

Bu dizilim sayesinde geçmişle yüzleşme, onu kabullenme ve barışma sayesinde huzura erip bu döngüden kurtuluyoruz.

Biraz korkutucu değil mi? Sanki sevgili atalarımız kendi acılarıyla bize musallat olup bizim de hayatımızın içine etmek için fırsat kollayıp, sülalade adam kalmamış gibi bizi seçiyorlar. Reddi miras da mümkün değil. Şaka bir tarafa sadece onların başına gelenleri anlamamız, onları kabul etmemiz ve barışı sağlayarak ruhlarını huzura erdirip kendi yolumuza bakmamız gerekiyor. Çoğu zaman ailemizle ilgili anlatılan her hikayeyi acımasızca eleştirip onları yargılamıyor muyuz?

İnsanın bir derdi varsa dermanını bulana kadar araması şart ve bu süreçte psikoloji çok önemli. Her şey inaçla başlıyor ve bitiyor. İnsanların bu diziyi eleştirme noktasına gelirsek hani adamlar kötü bir şey de söylemiyor. Bilimsel yöntemlerle tedavine devam et bir taraftan da psikolojine iyi geliyorsa bunu da yap diyorlar. Tedavini komple bırakıp bunlara yönel demiyorlar. Sevgi karakterinin kanser hastalığı mücadelesini izledik. İkinci eleştiri konusu ise bence bu çok önemli; insanların sorumluluk almama ya da yaptığı hatalarla yüzleşmeme ve sürekli bir inkar içinde olması. Böyle olunca bu dizilimlere yöneldiler. Ne güzel bir dünya “Ben bir şey yapmadım ki atamın mirasını yaşıyorum. Ya da ben de bir sorun yok bu kesin geçmişle ilgili”... Bunu çok rahat söyleyebilirim. Tesadüfi olarak bir dizilime katıldım. Bu dizilimde bazı katılımcıların düğümleri çözülürken şifalanıp rahatlarken evet bazı katılımcılara derman olundu, buna resmen şahit oldum. Bu oldukça etkileyiciydi hatta uzun bir süre etkisinden kurtulamadım. Bu bana biraz haksızlık gibi de geldi. Bu yüzden bilmeden yıllarca acı çekmiş insanlar. Hiç birbirini tanımayan insanlar birbirleri için ağlayıp gözyaşı döktü. O gün sanırım üç-beş yıllık gözyaşımı döktüm. O ortam anlatılmaz sadece yaşanır diyorum. Bazı katılımcılar da yaptıkları hatalara kılıf aramak, suçluyken mağduru oynayarak onaylanmak için gelmişlerdi. Yaptıkları hataların sorumluluklarını almamak, bir suçlu aramak için oradaydılar. İşte burada film kopuyor. Adamlar bu tarz insanlar için eleştiriyorlar. Bu işin tehlikeli yanı da bu aslında dizilimi yöneten kişide bitiyor. Bu kişi sırf maddi kazanç için senin paranı alıp mağdur edebiyatı yapmana izin verebilir ya da senin maskeni düşürebilir. O yüzden bu işi layığı ile yapan eğitimli insanlarla çalışmalısınız. Şarlatan ayrımını iyi yapmanız lazım.

Diziye geri dönecek olursak konusu ve Ayvalık için izlenir, hatta biterken 3. sezonun sinyallerini de verdi.