Bugün zengin mutfaklarının baş köşesini tutan ıstakoz, bir zamanlar fakir yemeğiydi. Bir zamanlar denizlerde o kadar bol ıstakoz vardı ki gübre olarak bile kullanılıyordu desem inanmazsınız. Fakat tarih böyle söylüyor. 1700’lü yıllarda, mesela ABD’nin Massachusetts eyaletinde kıyıya vuran ıstakoz yığınları kimseyi şaşırtmıyordu. Istakozlar cezaevinde mahkum yemeği oluyordu. Zengin konaklarında ise hizmetçi yemeği... Öldüklerinde açığa çıkan ve çabuk bozulmalarına neden olan enzimler nedeniyle ıstakozlar canlı canlı pişiriliyor. Istakoz menülerinin sırrı bu. Ancak 1700’lü yıllarda bu henüz bilinmiyordu. Istakozlar büyük olasılıkla bu nedenle yani bozuldukları için mahkumlara, hizmetçilere yediriliyor, fakirlere dağıtılıyordu.

Fakir evinden zengin masasına

Peki bu ıstakoz zengin mutfaklarına nasıl terfi edip sınıf atladı? Demiryolu şirketleri yüzünden… Ucuz fiyat etiketi ve bol miktarda bulunması sayesinde ülkeleri, bölgeleri, kıtaları baştan başa aşan tren katarlarının menüsüne girdi ıstakoz. Trenlerin ulaştığı her yere ıstakozlar da ulaştı. Istakoz eti çılgınlığı, demiryolu sistemi kadar hızlı yayılmaya başladı. Istakozların uzun süre korunmasına yardımcı olmak için özel dolaplar üretildi. Yemek vagonlarının en çok tüketilen ürünlerinden biri haline geldi. Çünkü denizden çıktıktan sonra uzun süre canlı kalabiliyorlar, böylece uzun tren yolculuklarında saklanabiliyor, sipariş verilince de canlı canlı sıcak suya atılarak pişiriliyorlardı. Ne büyük bir ayrıcalık! Çok geçmeden ıstakoza olan talep ve fiyatlar arttı; kabuklu deniz ürünleri yoksullara yönelik bir gıda olmaktan çıkıp zengin mutfağının seçkin objesine, bir statü nesnesine dönüştürüldü.

Gazetecilerin ıstakozla imtihanı

Bizim kuşak ıstakoz denilen canlıyı Mehmet Barlas muhabbetlerinden bilir. Şu an ayrıntılarını hatırlamıyorum fakat 1980’lerin sonu, 1990’ların başında son derece popüler bir malzemeydi bu. O dönemin kimi gazetecilerinin, devletle iktidarla sermayeyle arası son derece iyi kalemşorların, besleme medyanın nelerle beslendiğini, hangi masalarda ne yiyip içtiğini özetlemek için ıstakoz örneği anlatılırdı. Gerçekten yiyip içtikleri için mi konuşuluyordu yoksa laf olsun beri gelsin diye mi anlatıyordu, bilemiyorum. Bilenler hatırlatsın. Fakat gazetecilerin ıstakozla imtihanı dedikodudan, söylentiden ibaret değilmiş demek ki. “30 yıllık gazeteciyim” diye kendini savunan AKP mebusu Şebnem Bursalı’nın Monako’da zenginler kulübünde yediği ıstakoz bunu ispatladı. AKP iktidarı sayesinde bir gazeteci Monako’da ıstakoz yiyebiliyor. 12 Eylül rejimi sayesinde de Mehmet Barlas yiyordu bu ıstakozları. Öyle görünüyor ki boynuz kulağı geçmiş. 

Monako’daki yemeğe Antalya kılıfı

Üstelik daha da pişkin, agresif ve kötücül. Mehmet Barlas papyon takardı, çırağı ise fosforlu. Yuttuğu ıstakoza Antalya’daki teleferik faciasını bile malzeme yapmış. Demiş ki: “Asla kötü niyet taşımayan ve yazılan hiçbir ücretle yakından uzaktan ilgisi olmayan yiyecek ve konuyla ilgili samimi üzüntümü ifade ederken, bunu fırsat bilip Antalya’daki teleferik faciasını unutturmak üzere gündem değiştirmeye çalışanları da çok iyi anlıyorum! İstanbul’un göbeğinde 29 insanımızın hayatını kaybettiği, Antalya’da göz göre göre ihmal sonucu günahsız insanlarımızın hayatını kaybettiği, yaralandığı ve saatlerce mahsur kaldığı elim olayla ilgili tek bir söz etmeyenlerin, ne amaçla bu olayı çarpıttığını da biliyoruz!” Sanki bu hanımefendinin kafasına vura vura, zorla yedirdiler o ıstakozları. O ıstakozları yemeseydi de ne yapsaydı, Antalya’da teleferiğe mi binseydi? Sıradan insanlar gibi mi geçirseydi bayram tatilini? Yazılan fiyatlarla da ilgisi yokmuş zaten Monako’da ıstakoz yemenin. Ha çorba parası, ha ıstakoz… Çarpık zihniyetliler çarpıtıyor. Fakat amaçlarını biz çözemedik, bu hanımefendi biliyormuş ne amaçla çarpıttıklarını. Lütfedip bizi de aydınlatırsa ıstakoz yemiş kadar olacağız.