Geçen gün hayretle izledim. Kendisine bağıran/çağıran, bir şeyler fırlatan adama karşılık vermek için iki kat aşağıya fırlatacağı eşya ile birlikte düşen adam öldü mü kaldı mı bilmem. Ama o betona düştüğü an çıkan ses kulaklarımda! Yine bir anlaşmazlık, anlayamama, hoşgörüsüzlük sonucu patlayan öfke ve ölüm!

Neden anlamak ve anlayışlı olmak konularında cimriyiz?

Çoğumuz, öncelikle kendimizin anlaşılmasını isteriz. Bu algı belki de insan doğasının parçası.

Mevlana'nın sözüdür: 'Herkesin anlayış derecesi farklıdır. Benim sana anlatacaklarım, ancak senin anlayacağın kadardır.' Spinoza da güzel söylemiş, 'Anlamak sevmenin başlangıcıdır.'

Hoşgörüye ve empatiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz.

***

Kavga etmeden, savaşmadan, kırıp dökmeden de birbirimizi alt edebiliriz. Nasıl mı? Zeka ile!

İki komşu ülkenin hükümdarları dostça geçinmeseler de birbirlerine gönderdikleri armağanlarla zekalarını yarıştırırlarmış. Bu hükümdarlardan biri heykeltıraşına bir karış yüksekliğinde, altın ve birbirinin aynı üç insan heykeli yaptırmış. Heykellerin arasında öyle bir fark olacakmış ki bu farkı sadece kendisi ve o heykeltıraş bilecekmiş. Heykeller hazırlanmış, komşu ülkenin hükümdarına gönderilmiş. Heykellerin yanına bir de mektup iliştirilmiş. 'Bu üç heykelden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykelin hangisi olduğunu bulunca bana haber verir misiniz?'

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırmış. Üç altın heykel gramına kadar eşit, boyları ve genişlikleri de aynı! Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırmış. Ama hiçbiri heykeller arasındaki farkı görememiş.

Sonunda zindandan kaçma planları hep boşa çıkan bir genç haber göndermiş. Salıverilmesi karşılığında farkı bulacağını söylemiş. Hükümdar çaresiz genci yanına çağırtmış. Genç çok ince bir tel getirilmesini istemiş. Teli birinci heykelciğin kulağından sokmuş, tel heykelin ağzından çıkmış. İkinci heykele de aynı işlemi yapmış, tel bu kez diğer kulaktan çıkmış. Üçüncü heykelde de, aynı tel kulaktan girmiş ama hiçbir yerden dışarı çıkmamış.

Ancak telin sığabileceği bir kanal, kalp hizasına kadar iniyor, oradan da öteye gitmiyormuş. Yani tel, kalpte kalıyormuş. Buna tanıklık yapan hükümdar, heykelleri gönderen komşu hükümdara farklı olan heykeli bulduğunu ve neden farklı olduğunu şöyle anlatmış: 'Kulağından gireni, ağzından çıkartan insan makbul değildir. Kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni, yüreğine gömen insandır.'
***

Bir fıkra...

Tanrı Zeus tilkinin zekasına ve becerikliliğine hayrandır. Onu hayvanların kralı ilan eder. Ama aklı karışıktır. Bu hayvanı böyle yükselttik ya; bakalım huyu, suyu değişti mi, tamahından vazgeçti mi? diye merak içindedir.

Tilki kral, tahtırevanına kurulmuş tebaasının önünden geçerken, Tanrı Zeus bir böcek uçuruvermiş. Tilki, böceği görünce dayanamamış, halini, yerini, şanını düşünmeden yerinden fırlamış, ille de böceği yakalamak sevdasına düşmüş. Zeus bunu görünce çok kızmış ve tilkinin krallığına son vermiş.
Ders; Soysuzu giydir, kuşat, istediğin kadar yükselt; huyunu asla değiştiremezsin.