Derin bir karanlık çökmüş odanın içine. Perdeler kapalı, ışık sızması bile yok. Gözlerim alışmaya çalışıyor bu zifiri karanlığa ama ne mümkün!

Yalnızca sessizlik var etrafımda, sessizliğin içinde kendimle baş başa kalmışım gibi hissediyorum. Zamanın akışını takip edemiyorum burada. Belki dakikalar geçiyor, belki saatler. Belki de zaman kendini unutturmuş, buranın bir köşesine çekilmiş.

Gözlerim, karanlığın derinliklerinde bir şeyler arıyor gibi. Belki bir ipucu bulabilirim, belki bir çıkış yolu gözükecek. Ama nafile, her yer aynı siyah. Bu odada yalnız değilim, biliyorum. Karşımda bir varlık var, hissediyorum. Ama kim olduğunu bilemiyorum. Sadece varlığını hissediyorum, sanki benimle aynı durumda olan biri.

Gece, o karanlık tüllerini açarak gelir bazen, doğru zamanları yaratmaktan çok, yanlış zamanların ağırlığını hissettirir üzerimde. İşte o zaman ruhum, sorguların zorunluluğuna doğru yönelir; geçmişin hatalarının acımasızlığıyla hesaplaşır.

Umutların zorluğunu ve adaletsizliğin acımasız çığlıklarını dinlerim bazen. Çocuksu neşem, derin bir çukurda kaybolur; güvenden bahsedenlerin kırık güvenlerinde yaşarım.

Masamın üzerinde duran çay bardağında kaybolan iki şeker tanesi gibi izlerim kendimi, uzaklardan bir gözlemci gibi, izlerimi takip ederim.

Eksikliklerim derinliklerimde gizlidir; çabalarımın anlamını arar, her geçen günün hesabını tutarım.

Zamanla olan diyaloğumu gözlerimde yaşarım, geçmişle hesaplaşmamın anısını korurum.

Anlaşılmak isteyen insanı gözlerinden anlarım. Bu her zaman böyle olmuştur benim için. Karşımdaki bu varlık da benimle aynı duyguları paylaşıyor belli. Acaba benim de bu ihtiyacımı anlıyor mu diye merak ediyorum. Belki de bu sessizlik, anlaşılmak istemenin kıyısında dolaşan bir sessizlik.

Sözler yok burada, sadece düşünceler var. Ama düşüncelerim bile bir araya gelip sözcükleri oluşturamıyor.

İçimdeki karmaşa, dışarı vurduğumda bir anlam ifade etmiyor. Derin sessizliğin içinde kendimle kumar oynuyorum. Bu karanlıkta kazanmak mümkün mü bilmiyorum, ama yine de deniyorum.

Konuşmalarımız kısa kesilip, konu beklenmedik bir şekilde değişiyor. Sözlerimiz havada asılı kalıyor, anlatmak istediğimiz duyguların yerini farklı ve belki de anlaşılmaz kelimeler alıyor. Bu garip döngüde, kelimelerin anlamı yerine geçmeyen bir şeyler arıyoruz sanki.

Kumarı kendi korkularımla oynadığımı fark ediyorum. Korkularım, karanlık odanın her köşesine sinmiş gibi. Onlarla yüzleşmek zorundayım, çünkü başka kimse yok burada.

Gölgeler arasında kendi korkularımı buluyorum, onlarla konuşuyorum, yüzleşiyorum. Kazanan yine korkularım oluyor. Gülümsemek zorunda kalıyorum, çünkü başka çarem yok.

Bu odada, bu sessizlikte, belki de kendimle bir yüzleşme yaşıyorum. Bu karanlıkta asıl kaybolan ben değilim, kendimi bulduğum yer burası. Belki de bu odanın sınırları benim kendi sınırlarım. Ve bu karanlık, dışarıdan bakanların göremediği ama benim için gerçek olan bir dünya.

Belki de bu karanlık sonsuza kadar sürecek. Ama ne olursa olsun, bu odada yalnız olmadığımı biliyorum. Karşımdaki varlık her neyse, benimle birlikte burada. Belki de o da kendi karanlığını keşfediyor.

Bazen düşünüyorum da, gördüğümüz şeyler ne kadarıyla sınırlı?

Gözlerimizle algıladığımız, beynimizin işlediği ve sonuçta "gerçek" olarak kabul ettiğimiz her şey, aslında bir yanılsama mı? Gerçeğin sınırlarını zorlamak, belki de ona olan inancımı sarsmak için düşünüyorum.

Gölgeler mesela. Gündüz güneşin altında uzanan o düzenli ve keskin hatlar, akşamın ilerleyen saatlerinde nasıl da uzar ve belirsizleşir. Gece gelip de her şey sessizliğe büründüğünde, gölgelerin neredeyse canlanırcasına hareket ettiğini hissederim. Duvarlar üzerinde oynaşan bu figürler, belki de gerçeği bize anlatmaya çalışıyor. Anlamak için çabalıyorum elbette.

Hayatımın her anında, doğru zamanın elini öpüp geçmek yerine, yanlış zamanların izlerini sırtımda taşıyorum. Yanlış kararların yüküyle boğuşurken, her anın hesabını vermek zorunda hissediyorum kendimi.

Her gün, zamanla olan konuşmamı izlerim. İzlerim, geçmişin hikayelerini ve geleceğin belirsiz yollarını. Çayımın içine attığım iki şeker tanesinin eriyip kayboluşunu beklerken, zamanın akışına kendimi bırakırım.

Eksikliklerim ve çabalarımın derinliklerinde saklı kalan anlamları arar, her geçen günün hesabını tutarım.

Eksikliklerimin derinliklerinde, çabaların kıymetinde yaşarım her geçen günde, zamanla olan konuşmamı sayarım.

Güvenden bahsedenlerin güvensizliklerinde kayboldum, zamanın bir oyuncağı gibi sürüklenip gittim. Ne gelen oldu, ne giden...

İnsanların dudaklarında dolaşan sözlerle avunmaya çalışırken, içimdeki boşluğu dolduracak hiçbir şey bulamadım .Her bir nefeste sordum kendime, "Nereye bu yolculuk?" diye. Belki de cevaplar, bulanık gökyüzünde kayboldu.

Umutsuza umut arayanları beklerim, sonuçlarını önceden bildiğim hikayelerin içinde kendimle yüzleşirim. Sonra nedenini sorgular, kendi içimde uzun uzun hesaplaşırım.

Umutlarımı beklerim, umutsuzlukları beklerim. Sonuçlarını bildiğim hikayeleri oturup kendim yazarım. Her bir karakterin derinliklerine inerim sonra, kendi acılarımla beslerim onları. Nedenlerini sorgularım, kendime uzun uzun kızarım.

Değersizliği hissettim mi, yoksa kendi ellerimle mi yarattım? Belki de her ikisi birden.

İçimdeki boşluğu doldurmak için uğraşırken, belki de yarattığım karanlıkla savaşırım. İkisi de birbirine karıştı, hayatın karanlık odasında oyunlar oynandı.

Hayatın acımasız rüzgarları, zaman zaman yüzümü yakıyor. Her bir yanlışın ardından, doğrunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kırık dökük umutlarla dolu bir çanta taşırken, çamura saplanmış ayak izlerimi silmeye çalışıyorum.

Hangi yolları kat ederken kaybolduk, hangi anılar geride kaldı?

Beklemek umutsuzluğun ta kendisiydi; sonuçları bildiğin hikayeleri oturup kendin yazardın. Sonra nedenlerini sorgulardın, kendine kızardın uzun uzun. Değersizlik hissi, sanki içinde büyüyen bir karanlık gibi, her geçen gün daha da derinleşirdi.

Güveni kaybetmek, kendine yabancılaşmak gibi duyguları da beraberinde getirir. Değer miydi bu hisler?

Yoksa hepsini kendi ellerimizle mi yarattık?

Güvenin kaybolduğu yerde, insan neyle yüzleşir? Kendi karanlığıyla mı, yoksa dünyanın yankılarıyla mı?

Cevaplar yoktu, sadece içimdeki boşlukları doldurma çabası vardı.

Her şeyin anlamını arayıp kaybolurken, anlamın kendisi belki de bu kayboluşun içindeydi.

Güvenden bahsetmek, sanki kırık bir aynanın parçalarını toplamaya çalışmak gibi bir şeydi benim için. Parçalar bir araya gelmezdi, ellerim kanardı, ama yine de toplamaya çalışırdım.

Sonunda ne olacak bilmiyorum. Belki de ışık ansızın yanacak ve her şey netleşecek.

Karanlık, gerçek ışığın doğduğu yer belki. Bu yüzden, karanlık ama yalnız değilim.

Bilirim, her karanlık bir gün aydınlık olur, en derin sessizlik bile bir gün konuşur.