Gölet, zamanın ötesinde bir inci gibi parlamıştı bir zamanlar; gökyüzünün mavisini yansıtan berrak sularıyla sanki bir gökyüzü daha sunardı gözlerime. Işığın oyunuydu her akşamüstü, suyun üzerinde yürüyen rüzgarın sesiyle birlikte.

Balıklar, suların derinliklerindeki sessiz dünyalarında huzur içinde yüzerdi, her biri bir masalın kahramanı gibi göletin kalbindeki sır dolu dünyada.

Ama zamanla değişti her şey. İnsan eli değdi göletin huzuruna.

İhmalin ve umursamazlığın izleri sızdı suyun içine, yavaş yavaş başladı berraklığın kayboluşu. Göletin suları bulandı, rengi solgun bir ayna gibi yansıtmaz oldu artık gökyüzünü. Balıkların sessizliği derinleşti kaybolan bir ritim gibi suyun içindeki yaşamın ahengi kırıldı.

Sisli bir perde gibi örtülmüş her şey. Gölet, zamanın akışında biriktirdiği anıların tortusuyla dolmuştu. Kim bilir kaç ay, kaç yılın yüküydü bu bulanıklık?

Balıklar sessizce yüzüyordu derinlerde, sessizliği ve berraklığı korumak için çabalar biçimde.

Göletin bulanıklığını kim yaratmıştı?

Belki de bilmeyerek adımlarıyla çamurun dibini karıştıranlar.

Göleti bulandırıyorlar. Koca göletin üzerine birer birer taşları fırlatıyorlar, her biri dalgalar yaratıyor, her biri berraklığı bozuyor. Bulanıklık zamanla artıyor.

Dışarıdan bakıldığında belki fark edilmez hemen ama zamanla birikir her damla. Kimi zaman yaşanmışlıkların tortusu, kimi zaman düşlerin karasuyu göletin derinliklerine çöker.

Göletin içinde yaşayanlar içinse bu değişim belki fark edilebilir, belki de yavaş yavaş alışılır ‘yeni normale’.

Ama bilmezler ki bulanık bir gölette balıklar yaşayamaz.

Balıklar farkındadır bu değişikliklerin. Su bulanıklaştıkça, güneş ışığı azalır, derinliklerin sakinliği bozulur. Balıkların huzuru kaçar, çünkü onlar bulanık suda yaşamayı tercih etmezler. Berraklığı severler çünkü berrak su, içlerindeki en güzel renkleri ve güzellikleri ortaya çıkarır.

Bu ince düzeni insan hoyrat elleriyle bozar. Balıklar, sabırla temiz bir sığınak ararken insanlar kendi huzursuzluklarının farkında bile değiller.

Her gün, göletin kenarında bir taş daha atılıyor. Bir zamanlar cam gibi olan su, artık bulanık, kirli ve soğuk. Balıkların gözlerinden, bulandıranlardan daha fazla hüzün akıyor. Onlar biliyorlar ki bu kirlilik, yaşanılabilirliklerini ellerinden alıyor. Her bir dalga, onların dünyasında bir kırılma noktası, bir kopuş.

Göleti bulandıranlar, belki de bir başka manzaranın peşindeydiler.

Gözlerini bulanık sulara dikmişlerdi ama derinliklerdeki yaşamı fark edemediler. Balıkların huzur içinde yüzüp durduğu berrak sudaki yankısız çığlıkları duyamadılar. Suların altında gizlenen sessizliği keşfetmek yerine, yüzeyi dalgalandırdılar ve göletin içindeki bütün huzuru sarsmış oldular.

Yavaş yavaş çamurlaşıyor gölet. Bu çamurun içinde sessizce yüzüyor balıklar.

Onların tercihi belli; berrak suların dinginliği, içindekilerin saflığı. Ama suyu bulandıranlar, ne yazık ki farkında değiller. Belki de umursamazlıkla, belki de görmezden gelerek.

Göletin kenarında durup elinde taşlarla bekleyen insana bak. Her bir taş, bir anı, bir pişmanlık, bir öfke. Fırlatmadan önce durup düşünmez. Taşın yarattığı dalgaların nerelere ulaşacağını hesap etmez. Sadece atar. Sonra bir diğeri gelir. Ve bir diğeri. Gölet, artık eskisi gibi berrak değildir ama insan, bunu fark etmez. İçindeki kirlilik, göletin suyuna karışır.

Bir gün, geri gelir. Ellerinde ağlar, kovalarla. Göleti temizlemeye, eski haline döndürmeye çalışır. Ama çok geç olmuştur. Gölette yaşam kalmamıştır. Balıklar, temiz sulara doğru yola çıkmıştır.

İnsan, geriye sadece bulanık bir su bırakmıştır.

Her şeyin farkında olmak acı vericiydi bazen. Belki de en zoru her şeyin farkında olmanın yalnızlığı.

Göletin kıyısına gelenler, sadece yüzeydeki çalkantıları görebiliyorlardı. Oysa balıkçılar bilirlerdi, göletin altında saklı olan her şeyi. Sessizce konuşurlardı balıkların dilini, dinlerlerdi tüm sessiz sırları. Göletin sularındaki yaşamın değerini anlar, korumak için çırpınan kalpleri olurdu.

Her şeyin farkında olmak, yük getirirdi insanın omuzlarına. Göletin bulanık sularında yüzen balıklar gibi, kirliliklerin arasında, berraklığı arar dururduk.

Bazen düşünürüm, insanlar göletin sadece yüzeyini mi seyreder?

Yoksa derinliklerinde ne gizlediğini de görebilirler mi?

Belki de farkında değillerdir;

göletin içinde yüzdükleri suların ne kadarını kirlettiklerinin bile farkında değillerdir.

Kirletmek kolaydır çünkü, temizlemek ise zaman alır.

İnsanlar öyleydi işte; göletin suyuna dokunanlar, ruhsuzca dolaşanlar...

Göletin suyunun kırılganlığını sarsanlar, dalgasızca geçenler.

Her şeyin farkında olmak, bir bakıma büyük bir lütuf gibi görünebilir. Göletin tüm renklerini, tüm derinliklerini görmek, anlamak…

Ama bazen fazla bilgi yükü, insanın sırtını büken bir ağırlık haline dönüşür.

Göletin berraklığına dair farkındalık, aynı zamanda onun bulanıklığını da gösterir insana.

Belki de bu yüzden, ‘bazen bilmeden, bilmemenin huzurunu arar insan’.

Kötü işte, insanların ne yaptığının, ne yapmadığının farkında olmak; göletin durumunun içler acısı gerçekliğini görmek...

Ancak daha kötüsü, her şeyin farkında olduğunun bilinmemesiydi belki de. O zaman insanlar, göletin üzerinde sadece yüzeyde duran, göremedikleri için önemsemeyen ya da umursamayan balıklar gibi oluyorlardı.

İnsan, göletin kıyısına gelir de yüzeydeki değişimi görmekten çok uzaktadır.

Belki de bir gün gelir, insanlar bulanıklaştırmazlar o suları. O zaman, gökyüzüyle bütünleşmiş bir gölet oluruz yeniden.

Her bir dalganın bir hikayesi vardır çünkü; her bir taşın çıkardığı çırpıntıda, geçmişin izleriyle dans eder gölet.

Bir gün gelir, göletin derinliklerindeki huzur tekrar can bulur, balıkların sessiz çığlıkları duyulur olur. Berraklığı ve güzellikleriyle parlayan gölet, gökyüzüyle bütünleşmiş, içindeki gerçekleri yansıtan bir inci gibi olur yeniden.

Gölet bir anda kendine gelir, "Eyy insan, biraz insaf be! Ben de bir göletim, sen de bir taşsın, ne bu sert tavırlar!" der.

Sonunda gölet, kendini bulutlara yüklemiş, gökyüzünden selam vererek uzaya doğru süzülen bir balon gibi olur.

Balıklar ise gülümseyerek seyreder, "En azından bulanıklıktan kurtulduk, şimdi gökyüzünde yüzelim mi?" diye fısıldarlar birbirlerine.

Artık gölet, balıkların partisi gibi!