Cumhuriyet 1923 yılında ilan edildi. Türkiye'nin nüfusu o yıl yaklaşık 13 milyondu.

Nüfusun yüzde 84'ü köylerde yaşıyordu ve 40 bin köyün 38 bininde okul yoktu.

Nüfusun yüzde 10'u okuryazardı. 1924 yılında Anayasa'ya ‘İlköğretim zorunlu ve parasız olacaktır’ maddesi konuldu. Bu zorunlulukla on yıl sonra, 1934 yılında okuma oranı yüzde 25’e yükseldi. Türkiye yoksuldu, halkı eğitimsizdi. Bir ışık gerekiyordu.

Önce köylerden aydınlanma başladı. Köye öğretmen gerekiyordu.

Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, aydınlanmanın ışığını açtılar.

Köy Enstitülerini kurdular.

Bu yoksul bir ülkenin eğitimde Rönesans hareketiydi. Bu ülkenin aydınlanması için gece gündüz çalıştılar. Dünyanın kıskandığı bir eğitim sistemi kurdular. Bir devrimci andı içiyordu öğretmenler; İçinde Türklük de vardı, yurtseverlik de.

Onlar o günü değil, bugünü düşlüyorlardı. Köy Enstitüleri marşını destanlaştırdılar;

‘Türküm, doğruyum, devrimciyim

Yasam iç ve dış gâvuru (düşmanı) dışarı atmak

Yurdumu tez elden kalkındırmaktır.

Ülküm, işçiye iş

Köylüye toprak,

Bebeye süt,

Yavruya ekmek ve kitap

Gence gelecek sağlamaktır

Varlığım ulusal kurtuluşumuza

Bağımsızlığımıza armağan olsun”

1937 ile 1946 arasında 20 Köy Enstitüsü açıldı.

Bu okulları öğretmenler, öğrencileri ile birlikte yaptı.

Taş taşıdı, toprak attı, harç döktü.

1937-1946 arasında 20 enstitüde 723 bina yapıldı.

Belirlenmiş merkezlere 100 km yol açıldı.

Öğrenci ve eğiticiler tarafından sulama yapıldı.

Dekarlarca bağ ve bahçe kuruldu.

Tonlarca patates, soğan, mercimek, pirinç, arpa, yulaf ekildi, dikildi.

Üretim içinde eğitim/öğretim yapıldı.

Köy Enstitülerinde sanat da vardı.

Aşık Veysel, geleceğin öğretmenlerine saz çalmasını öğretti.

Ünlü müzisyenlerden keman, trompet dersleri aldılar.

Anton Çehov'un eserlerini oynadı öğrenciler.

Shakespeare'den şiirler okudular.

Köy romancılarımız, köy şairlerimiz doğdu.

Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam ve diğerleri.

Ve korkunç son!

“Kız ve erkek öğrencilerin bir arada okuması ahlaksızlıktır” denildi.

“Verilen eğitim ve yapılan çalışmalar ahlak anlayışımıza aykırıdır.” denildi.

Dinci kesimlerin eleştirileri ile köy ağaları iktidara baskı yaptı. Muhalefetten toprak ağalarının da bu sonun altında imzaları vardı. Çünkü işlerine gelmiyordu.

Ve 27 Ocak 1954 Köy Enstitüleri kapatıldı.

Ve Eğitimde Rönesans bitti!

Köy Enstitüleri kapatılmasaydı ne olacaktı?

Soğan 10 lira, 20 lira olmayacaktı.

İthal naylon pirinç ve saman ithal etmeyecektik.

Genleri bozulmuş ürün yemeyecektik.

İşsiz ordumuz azalacaktı.

Gençlerimiz ülkeden kaçmayacaktı.

Şiir okuyan, saz çalan, Mozart dinleyen köylümüz olacaktı.

Geç mi kaldık? Hayır.

Ben yine de umutluyum.

Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini hatırlayalım;

‘Umutsuz durumlar yoktur.

Umutsuz insanlar vardır.

Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim’