Ortalık renk cümbüşü.
Yeşilin, mavinin, sarının, kırmızının ve onlarcasının pırıltıları yüzüme vuruyor.

Kelebekler, çiçekler, böcekler, yüzüne dönüp bakmadığım otlar bile 'Ben buradayım' diye alanda boy gösteriyor.

Bunlara bir de güneşin sıcaklığı, ışıltısı; denizin mavisi, çakıl taşları filan eklenince akıllar uçup gidiyor.

Pek çok insan sana övgüler yağdırıyor bu ara.

Şiirler, şarkılar gırla gidiyor.

Romantizm bir hüzne dokunuyor, bir melankoliye.
Akdeniz şahitlik yapıyor ruhların coşup kabarmasına.

Oysa ki sen ne aşkların failisin yaz!

Baştan çıkarcılığına, ayartıcılığına kanan kalplerin seninle coşku dolarken, sen daha yerini sohbahara bırakmadan o kalplerin parça bölük olduğunun şahidiyim.
Ne yaparsan yap yalancıııısın yaz!

Yani yemezler!
Ayarıma dokunma!

* * *

Canım sohbahar.

Eylül… En sevdiğim.

Bunca kalabalığın, gürültünün, karmaşanın ortasında senin yollarını dört gözle, heyecanla bekliyorum.

Çünkü bu şamatacı yazın yüzünden devrelerim yandı!

Yazma yolculuğumda kayboldum ben!

Gecemle gündüzüm yer değiştirdi!

Bitiremiyorum cümlelerimi. Başlangıç ve son tüm ayrıntılarıyla hazır olmasına rağmen aradakilerde debelenip duruyorum. Kafada deli sorular. Yanıtları bulamıyorum.

Üç yıldır son noktayı koyamıyorum yazma yolculuğumda!

Öyle cümleler dökülüyor ki ortaya. Kendim bile algılayabilmekte zorlanıyorum !

Yazıyorum.

Olmuyor.

Siliyorum.

Yeniden yazıyorum.

Yeniden olmuyor.

Yeniden siliyorum.

Antalya'da güneş, bendeyse lodos var bu şamatacı yazın yüzünden.

Yollarını bekliyorum Eylül.

Gel ki bitsin bu yazma yolculuğumun ruhu yoran debelenmeleri…