Onca biriktirmeyi ne yapacağını bilmeden hayata dair hikayeler biriktirir bazı insanlar. Üstelik onları biriktirdiğinin farkında bile olmadan. Sonra bir bakar ki, o farkında bile olmadığı hikaye bir olay, bir kelime, bir melodiyle ya da kendiliğinden ortada belirmiş 'Buradayım' diye.

Hikaye biriktirmek belki de hayatı algılayabilmenin bir yolu.

Bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var ki sanırım o hikaye biriktirenlerden biri de benim.

Yaş ilerledikçe bohçamda biriktirdiğim hikayeler bir bir karşıma çıkıp kendini gösteriyor. Ve onları, dinlemek isteyenlerle paylaşmaya çalışıyorum.

Tıpkı bugün anlatacağım hikaye gibi.

* * *

Ünlü bir tasarımcının kaybettiği annesinin adını verdiği defilesini izlemiştim uzun zaman önce. Uyumsuz gibi görünen renklerin ahenk içindeki birlikteliği karşısında şaşkınlık ile karışık hayranlık içindeydim. Onca rengin, desenin, boncuğun, kristal taşın bir arada oluşu öyle özenle, öyle zekice planlanmıştı ki, o renk ve malzeme cümbüşü bir bütün olarak algılanıyordu. Hani anlatılamaz, görülmesi gerekir denir ya, işte öyle bir defileydi.

Ancak o gece defilenin dışında beni yakalayan bir başka şey daha vardı.

50'li yaşlardaki ünlü tasarımcının, bir çocuk gibi başını duvara yaslayıp izlediği defilesinde ruhundan yayılan hüzün. Ara sıra elini çenesine götürüp dalıp gitti, ara sıra kızaran gözlerinden akan ince yaşları sildi.

Onca pırıltı, desen, boncuk, coşkulu kırmızı, parlak siyah, masal renkleri uçuk mavi, pembe, beyaz, annesinin ruhunun renkleriydi.

Annesini anlatıyordu aslında.

Onun hiç büyümeyen çocuğu olarak...

* * *

Annelerin gözünde çocukları hiç büyümüyor, kırlaşan saçlar, derinleşen çizgilere rağmen.

Üstelik kariyerin, prensibin, kuralın işlemediği tek makam anne makamı.

Bu makam hayatın bitimine kadar etkisini kaybetmeyen tek makam.

Sevgi, sabır, saygı ve hoşgörünün çok iyi harmanlandığı.

Bunu anladığımda anneannemin artık yılı, mekanı, kişileri karıştırdığı yaşamının son günleriydi. Torunlarının isimlerini ve kimliklerini karıştıran anneannem sadece annemi hiç unutmadı. Eli hep kızının elini aradı. Gözleri kızının gözlerinde, kimsenin dahil olamadığı tılsımlı bir iletişimdi bu.

Ölümünden kısa bir süre önce kızına dedi ki 'Benimle gel.'

Önce anlamadı kızı.

Güllü tekrarladı 'Birlikte gidelim'.

Kızı ağlamaya başladı, 'Ama benim yapacaklarım bitmedi ki. Seninle gelemem'.

Güllü başını salladı sadece. Yorgun yaşlı ellerini hiç büyümeyen kızının saçlarında gezdirdi.

Bu yaşanan duygusal günden 7 yıl sonra kızı da annesinin yanına gitti.

Bana gelince...

Ben küçük kızlıktan anne makamına terfi edemedim ama annemin ardından büyüdüm.

Canımın canını, annesinin yanına uğurlarken paramparça duygular arasında sadece 'Sonra görüşürüz annem' diyebildim...

Bu yazı, benim gibi artık sarılacak bir annesi olmayan herkes için yazıldı.

Neden yazıldığına gelince, kalbin hiç geçmeyen ince sızısının ruhu özlemle kavurmasından...