Ters Köşe’de geçen hafta Alanya ve Gazipaşa’da düzenlenen 2. Türkiye Tekstil Bienali’nden bahsetmiştik. Bienalde sergilenen Filiz Otyam’ın eserlerinden laflamıştık. Filiz ablanın eserleri Kızılkule’de sergilendi. Bienal dün bitti. “Filiz Abla’nın kumaşları” diye giriştiğimiz yazıda Alanya epeyce geri planda, fonda kaldı. Beş yıldızlı otellerin, turizmin, eğlence ortamlarının, gürültünün, keşmekeşin boğduğu Alanya’da, Kızılkule, Tersane, Tophane, Ehmedek, İçkale gibi mekanlar bir nebze soluk aldırıyor. Bunu öncelikle söyleyelim.
BİNLERCE YILLIK CAZİBE MERKEZİ
Alanya Kalesi’ne daha önce gitmedinizse, mutlaka gidin. Klasik bir kale, sur filan değil orası; tam aksine Helenistik çağlara kadar geri giden, bir sürü tarih katmanının üst üste bindiği, yaşayan, soluk alan, geniş bir alandan bahsediyoruz. Antalya Kaleiçi’nden daha büyük, daha geniş bölge… Birbirlerine rakip değiller tabii. Birinin yerini diğeri tutmaz. Her ikisi de kendine özgü, değerli, farklı havası olan bölgelerden bahsediyoruz.
VAHŞİ TURİZM ÜLKEYİ YAĞMALIYOR
Böylesine değerli alanlarımız, antik kentlerimiz, tarihi yerleşimlerimiz, eserlerimiz var; ama korumayı beceremiyoruz. Sanki korumak da istemiyoruz gibi. Turizmin gölgesinde eziliyor, büyük otellerin kar hırsına kurban gidiyor buralar. Vahşi bir turizm var ülkemizde. Kültürsüz bir turizm... Yıkıcı, yağmacı, talancı, iki fazla oda, beş fazla şezlong için her şeyi, ama her şeyi yok eden bir turizm… Ülkenin turizmi böyle olunca, koruma yetenekleri, bilinci de gelişemiyor.
ÖNCE RESTORE ET, SONRA KİLİT VUR
Örneğin Gemili Mescit diye bir mekan var Alanya Kalesi’nde… Belediyenin de desteğiyle restore edilmişti burası. Yüzlerce gemi grafitisi barındıran, adını da bunlardan alan bir mescit. Antik çağlardan beri görülen, bir kültürden diğerine geçerek çok yakın tarihlere kadar gelen bir denizci, gemici izidir bu grafitiler. Muhtemelen ya denize açılırken ya da sefer dönüşü gemiciler, kutsal belledikleri kimi mekanlara bu gemi grafitilerini yapıyordu. İşte Gemili Mescit, bunlardan yüzlercesinin bir arada göründüğü bir mekan. Görmeyi çok istiyordum burayı. Kapısına kadar gittim. Fakat kapı duvar. Karşısındaki mekanın çalışanlarına sorduk. Restore edildikten sonra kapatılmış. Niye? Bazı insanlar uygunsuz kullanıyormuş. Gerekçe mi şimdi bu? Restorasyon için para harcıyorsun, kaynak aktarıyorsun, güvenlik için başına birini koyamıyorsun.
ŞAPELİN ANAHTARI OTOPARKÇIDA
Bir diğeri de Arap Evliyası Mescidi diye bilinen Aya Yorgi Şapeli. Kale burçlarından biri Hıristiyanlık çağında şapel haline getirilmiş. Selçuklu döneminde de halk mescit olarak kullanmış burayı. “Arap Evliyası” diye bir söylence de uydurulmuş anlaşılan. Halk inancı işte… Buranın da kapısı kilitli… Hatta etrafı tel örgülerle çevrili ve özel mülk… Anahtarı da karşısındaki otoparkın çalışanlarında… Eğer onların gözü tutarsa, önce dıştaki tel örgünün kapısını açıyor, sonra da şapelin kapısını… Onlara da niye kapalı olduğunu soruyoruz. Klasik yanıt: “Bazı insanlar uygunsuz kullanıyordu”. Yanıtlar böyle olunca, kafamızdaki en uygunsuz şeyleri düşünüyoruz. Herkesin uygunsuz algısı farklı tabii… O nedenle ‘uygunsuz kullanım’ savunması herkeste bir karşılık buluyor. Etrafının özel şahıslar tarafından tel örgüyle çevrilmesine, herkes kendi kafasındaki ‘uygunsuz’ üzerinden, zımnen onay vermiş oluyor. Gerçek bir koruma bilinci, politikası, teknolojisi olmadığı için de, böylesi Deli Dumrul yöntemlere mahkum kalıyoruz.
Mescitte uygunsuz işler
İdris Özyol
Yorumlar