Parmakizi, ayak izi, ses izi, göz izi, el izi, saç izi, tırnak izi, nefes izi, yara izi, diş izi, kan izi, sperm izi, yazı izi, imza izi, fırça izi, kalem izi, DNA izi ve birçok iz taklit edilemez. Ama takip edilebilir.
İz bırakmak bu kadar kolay değil maalesef. Çaba ister. Derin izler bırakmak ise her babayiğidin harcı değildir.
Yıldız Kenter gibi...
Gidişine üzülüyorum, bıraktığı mirasa ise seviniyorum. Anılmak, güzel anılmak, onurlu anılmak, büyük anılmak, sevgi ile anılmak, hayranlık ile anılmak, hocaların hocası olarak anılmak, sanatıyla ve hak ettiği gururla anılmak kaç kişiye Yıldız Kenter kadar yakışabilir?
Yıllar önce Ankara'da büyük tiyatroda seyretmiştim o dev kadını. 'Ben Anadolu' kadar büyüktü. Her sahnede devleşiyordu. Anadolu'yu anlatan her dönemde yaşıyordu. O oynadıkça onunla beraber bu topraklarda yaşıyordum. Ben Anadolu oyunu birçok ülkede sahnelendiğinde aldığı tepkiler için, 'Eğer bir oyunda evrensel dil, boyutlar yakalanmışsa tepki dünyanın her yerinde aynı oluyor. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanların tanıdığı durumlar, ortamlar, davranışlar, duygular, çaresizlik, ulaşmak, bir şeylere ulaşamamanın verdiği acı, bunlar evrensel duygular. Bütün dünya insanları acıkıyor, susuyor, kavga ediyor, sevişiyor, korkuyor, kızıyor, doğuruyor, intikam almak istiyor. Bütün bu duygular dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanlarda ortak paydadır'diyordu Yıldız Kenter.
Anadolu'da yaşayan binlerce kadın arasından seçilmişti karakterler. İki buçuk saat su gibi akmıştı. Her karakteri merak ediyor, her karakterin dönemine dönüyordum.
Beden dili ne kadar kuvvetliydi! Seviniyor, gülüyor, ardından canhıraş bir çığlık atıyordu. Tek kişilik oyununda bütün kıyafetleri bir bez parçasının değişik sarılımlarıydı; ama o kadar etkiliydiki...
'Bedenim benim sazım. Ne çalarsam bununla çalıyorum' demek ne büyük bir tariftir tiyatro sanatçısı için.
'Bunun için bazen ben diyorum ki, ben hep kendimi oynuyorum. Aslında bütün bu kadınların hepsi benim. Bende olan bir tarafın yansımasıdır. Bendeki o azim, o 'Çöl Faresi'ndeki azim değil mi? Bende o 'Hürrem Sultan' ihtirası yok mu? Bende 'Maria Callas'taki sanatçı kumaşı yok mu?'
Yıldız Kenter her karakterin içindeydi. Nasıl binlerce yıl yaşayabilmişti. Öyle ya bu kadar iyi anlatabilmek oynayarak olamazdı. Asırlar önce yaşamış Theodora sanki bedenine girmiş konuşuyordu ve bedenine girdiği hızda çıkıyor Kibele,Hürrem Sultan oluyordu. On altı kadın, on altı dönem, on altı sahne, on altı dekor, on altı müzik seyircinin gözleri önünde sürekli değişiyor ama tek bir oyun tek bir sahnede oynanıyordu. Nasıl bir çalışmanın ve çalışkanlığın ürünüdür böyle bir oyunu bu derece etkili sahneye koymak.
'Bana sürekli aynı soruyu soruyorlar. Niye bu kadar çok çalışıyorsun? Kendim için. Umut için' diyen büyük kadının yarattığı büyünün tadı hala damağımdadır.
'Ben bir oyuncuyum. Değişerek ancak ayakta kalabiliyorum. Ben oyuncuyum. Bir varmış bir yokmuş, küllerinden doğan ben oyuncu, yüreğinizden tutuşan kıvılcımlarla, yeniden doğabilmek için eğiliyoruz önünüzde'diye bitiriyordu sahneyi.
Yıldız tozu, hızını sağlayan enerjinin tükenmesi sonucu patlayan ve maddelerini çevrelerindeki boşluğa çok küçük tanecikler halinde püskürten yıldızlardan oluşur diyor bilim adamları. Yurdumun en büyük yıldızlarından biri kaydı. O yıldızın tozundan nasiplenen herkesin hayatında bir yer edindiği ve bir döneme yıldız parlaklığı verdiği yadsınamaz. Bakış açımızı, ezberlerimizi, önyargılarımızı değiştiren, sanatın gücünü taşıyan o yıldızın geride bıraktığı iz Yıldız Tozu izidir.
Yolu Yıldız Kenter'den geçmiş herkesin hissettiği o büyü işte o Yıldızın bıraktığı Yıldız Tozu'nun büyüsüdür.