Biz oradan oraya koşturulurken üçüncü cemre de düştü. Bir ay oluyor neredeyse. Cemre ‘kor halinde ateş’ demek… Dünyanın, toprağın, iklimin, gökyüzünün, yeryüzünün, hayatın ateşi… Havalar ısındı, doğa canlandı. Kardelenler karı deldi. Mimozalar açtı sarışın, sarışın. Her yan renk cümbüşü. ‘Halk takvimi’ denilen ve dededen toruna, anadan kıza geçen kadim bir döngü vardır. Binlerce yılın bilgisi, görgüsü… Kent insanı unuttu tabii bu döngüyü, zemheriden, ülker fırtınasından, karakıştan, kocakarı soğuklarından, abruldan, gücükten, oraktan, cemreden habersiz yaşar durur. Zemherinin sonu gücük, gücüğün sonu ise bahar… İnsanlık böyle şekillendi, bu bilgiyle hayatta kaldı, uygarlıkların tohumunu buna göre attı. Yüz binlerce yıl süren buz çağlarının sonucuyuz biz. 130 bin yıldır da Sapiens, Sapiens dolaşıyoruz yeryüzünde. Isınan dünyanın sefasını, eriyen buzların keyfini sürüyoruz. Yediğimiz soğuğu da hiç unutmadık. O yüzden doğanın döngüsü hep aklımızda, fikrimizde, bilinçaltımızda.

Uzatılan narlara kanmayın

Mitolojideki Demeter ve kızı Persephone hikayesi de bu döngünün inanç halidir. Demeter sağ elinde buğday başakları, sol elinde ise yanan bir meşale tutar. Yani dünyayı ısıtan ateş ve topraktan fışkıran bereket… Kızı Persephone’nin ölüler ülkesinin sahibi Hades tarafından yeraltına kaçırılması, yaz-kış, ilkbahar-sonbahar döngüsünün de mitolojik başlangıcıdır. Hikayeyi özetleyelim: Arkadaşlarıyla çiçek toplamaya giden Persephone, onlardan biraz uzaklaşır. Gezinirken oldukça güzel, göz kamaştırıcı bir nergis çiçeğiyle karşılaşır. Babası Zeus’ın yerleştirdiği bir çiçektir bu. Nergisin güzelliğinden, ışıltısından gözleri kamaşan Persephone çiçeği kopartmak için uzandığında yer yarılır ve siyah atlı arabasıyla yarıktan çıkaran Hades onu kaçırır. Hikayeye göre ölüler ülkesinde bir şey yiyen bir daha oradan çıkamaz. Hades kaçırdığı Persephone’ye nar uzatır. Narı yiyen Persephone artık ölüler ülkesinin kalıcı ismidir.

Kızına kavuşan annenin baharı

Bu olaya isyan eden anne Demeter, tanrılar ülkesi Olimpos’u terk ederek insanlar arasında yaşamaya başlar. Onun küsmesiyle toprağın bereketi kalmaz, yeryüzünde kıtlık başlar. Zeus araya girer, ancak Demeter yalvarmalara kulak asmaz. Bütün yalvarmalarının boşa gittiğini gören Zeus, en sonunda Persephone’nin yılın üçte ikisini, yani çiçek açma ve meyve zamanını, anası Demeter’in, geri kalan üçte birini, yani kışı da kocası Hades’in yanında geçirmesini önerir. Böylelikle dünyaya, toprağa yeniden bereket gelir. Persephone her yeryüzüne çıktığında, Demeter yeryüzüne baharı getirir. Hikaye böyle. Fantastik, şiirsel, etkileyici bir hikaye. Aslında Demeter’in Zeus’un kız kardeşi olduğu öğrendiğinizde büyü bozuluyor. Yani Persephone bir ensest çocuğu. Hades’e aşık olduğu Persephone’yi kaçırmasını salık veren de babası Zeus. Hatta kızını kandırmak için tuzak kuran, yoluna nergis çiçeği yerleştiren de kendisi.

Zeuslara rağmen özgürlük

Zeus’un şeriatına artık inananlar kalmadığına göre, biz bugüne, şimdiki aklımıza, kemiklerimizi ısıtmaya başlayan güneşe, güzel havaya, patlayan çiçeğe, yayılan ıtır kokularına dönelim. Her insanın başkenti kendisidir. O nedenle herkes kendini mamur etsin, geliştirsin, büyütsün, güzelleştirsin. Ben bu Demeter-Persephone hikayesinden, karanlığın, tutsaklığın dünyayı, insanı, halkları çürüttüğünü, özgürlüğün ise bereket olduğunu, neşe olduğunu, gülücük olduğunu, buğday başakları, süt kokusu, kıpkırmızı elmalar, sımsıcak yeryüzü olduğunu anladım. Bütün Zeusların alaveresine dalaveresine, dalgasına dubarasına, tezgahına, kirine, pasına, siyasetine rağmen, gün geliyor bereket yayılıyor yeryüzüne, barış yayılıyor, özgürlük yayılıyor, eşitlik yayılıyor. Karanlıklar aydınlığa dönüyor. Anneler çocuklarına kavuşuyor. Gülüyor yüzümüz ölüme inat, hukuksuzluğa inat, tutsaklığa inat.